Cemiyet hayatı adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet düsturlarına riayet ölçüsünde ritmini korur.
DİZİ-2- Kalpteki Atım Merkezinin Cemaat-Devlet ve İttihad-ı İslâm’daki İzdüşümü
Prof. Dr. Ömer Önbaş-Nahit Topaloğlu
***
Sinyalin iletimi ve aykırı atımlar
Özel bir dizilimle konfigure edilmiş bir hücre topluluğundan başlatılan mili volt değerindeki akım, kalbin bütün hücrelerine, iletimini sağlayan özel yolaklardan ulaşır. Atım merkezindeki hücreler gibi, farklılaşmış kalp kas hücrelerinden oluşan bu yolaklardaki her bir hücre, atım merkezinden gelen akımı alıp sonraki hücreye iletir. Sinyal iletimindeki bir duraksama veya gecikme, kalbin eş zamanlı kasılmasını, mihanikiyetini bozacaktır. Artık, uyumu bozulmuş bölgelerdeki her çalışma, kalbe zarardır. Bu kısımdaki hücreler çalışkan, gayretli görünseler de aslında kalbin işini daha da zorlaştırmaktadırlar.
Uyumsuz çalışan her bölge, kalp için fazladan yüktür.
İleti sistemindeki duraksamalar, uyum problemleri yaşatacağı gibi, fıtratı bozulmuş hücre veya hücre gruplarının, ana merkezden bağımsız, rastgele anarşist akım ve uyarılar çıkarması da uyumsuzluğa sebep olur. Bu tip anarşist uyarılar çoğunlukla ana merkezden daha sık tekrarlanır ve sinyal bekleyen etrafındaki hücreleri etkileyerek o bölgenin uyumsuz kasılmasına sebep olur. Oysaki kalp hep beraber ritmik kasılmadığı sürece kanı etkili pompalayamamaktır. Ayrıca çok hızlı atan bir kalbin, etkili kan atım volümü düşecektir. Makineler gibi, kalbin de fıtrî bir rölanti ayarı vardır.
Hakikat Çekirdekleri’nde “Cemaatte vâhid-i sahih olmazsa, cem ve zam, kesir darbı gibi küçültür.” denmiştir. 10 Yani uyumu bozan odaklar çarpımınca kuvvet elden gidecektir.
Risale-i Nur’da meşveret tanımlanırken “Zaman cemaat zamanıdır.
Hâkim, ruh-ı cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı manevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.” cümlesi ile hikmetli, ihtiyatlı ve sebatkâr bir davranış tanımlanmıştır. 11 “Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne takaddüm edip tahakküm etmez.” tesbiti yapıldıktan sonra umuma bakan görevler “Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüt, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler”cümlesi ile hatırlatılmaktadır. 12 “Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikat dahi, vahdet-i ictimaiyeyi iktiza eder.” 13 cümlesi, kâinatın özündeki yardımlaşma ve birlik hakikatini tanımlar.
Sistemin Korunması
Kalbin ritmik kasılması, vücut için hayatî öneme sahiptir. Çünkü bir vücut kalpsiz yaşayamaz. Kalbin başına gelecek her hadise direkt vücudu ilgilendirir. İleti sistemindeki aksaklık, kalpten pompalanan kan debisini doğrudan etkiler. Ritim bozukluğuna düşen bir kalp, önce ilâçlarla tedavi edilmeye çalışılır. Ancak sistem bazen bu uyarılara cevap vermez, “fibrilasyon” olarak tanımlanan ahengin bütünüyle bozulduğu bir ortam oluşabilir.
Bu durumda kalp, hem kendisini hem de vücudu besleyememektedir. Bu vaziyetten sür’atle kurtulmak için kalpteki elektriksel akımların tamamını susturan güçlü bir elektro şok uygulanır. Bu şok ile bütün anarşist akımlar atımlarını durdurur. Kısa bir sessizlikten sonra ana merkez kontrolü ele alır.
Böylelikle sistem uyumunu kazanır ve çalışma devam eder.
Meşvereti esas alan her yapılanma, meşveret kararlarına ittiba ettikçe insicamını muhafaza edecek, meşverete mugayir davranışlar ise -kalpteki uyumsuz atımlar gibi- tenasübü bozacak, kuvvet ve cesaretin kırılmasını netice verecektir. Bu durumda telkin ve nasihatle tedbir alınmaya çalışılır.
Bu tedbir çare olmaz ve uyumsuzluk ziyadeleşirse sistemi korumak için sistemin sahibi güçlü bir uyarı gönderir. “Onlara ihtar ettiğimiz ders ve nasihati unuttukları ve amel etmedikleri vakit, onları tutup musîbet altına aldık.” 14 âyeti, bu manayı ifade eder. Hizmet-i Kur’âniyede istihdam edilenlere fütur geldiği vakit, “şefkatli bir tokat yerler, intibaha gelerek yine o hizmete girerler.” 15 uyarısındaki şefkat tokatları, elektroşok ikazı gibidir.
Bu ikaza muhatap olanlar, intibaha gelip hizmetteki vazifelerine dönerler.
Elektro şoklara rağmen uyumsuz hücre/hücre grupları aykırı atımlarına hâlâ ısrarla devam edebilir. Kalp uyumu bu hastalıklı alanlar tarafından sıklıkla sekteye uğratıldığında, uyumun temini için daha etkili ve şiddetli bir tedbir uygulanır; hastalıklı hücreler ve bölgeler, yakılarak etkisiz hâle getirilir.
Bu tedavi yöntemi, tıpta “elektro fizyoloji yöntemi ile ablasyon tedavisi” diye adlandırılır.
Bir insan tehlikeli bir yola sülûk ettiği zaman, en evvel “Bu yol, seni felâkete götürüyor; bu yoldan vazgeç.” diye nasihat edilir. “Ve aynı zamanda umum halkın nefret ve kahrına uğrarsın.” uyarılarının yanında, “Ebna-i cinsine zulmetmiş olursun.” diye şefkat-i cinsiyeye de dâvet edilir. 16 Vazgeçmediği takdirde, şiddetle zecr ve nehyedilir.
Kur’ân hizmetinin umuma bakan yönüne dikkat çeken aşağıdaki satırlar, dehşetli uyarı cümleleri ile sonlanır:
“Ve madem bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid’alar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz hâlde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’âniye omzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş. Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zâyi olur, devam etmez; hem şiddetli mes’ul oluruz.” 17
Ablasyon tedavisinin, hizmeti imaniye ve Kur’âniyedeki karşılığı “zecir tokadı”dır. Şefkat tokatları ile intibaha gelinmediği durumlarda zecr (el çektirme) tokadı gelir.
Kalp ve devlet
Risale-i Nur’da, “adalet, meşveret ve kanunda inhisarı kuvvet” diye tanımlanan Kur’ân’a uygun, hür, demokratik cumhuriyet, bütün sosyal ve içtimaî problemlerin çözümünde merci gösterilmiştir. 18 Risale-i Nur’da milleti temsil eden hür mebus fikri öncelenmiş, bu durum, “Mebus hürdür, hiçbir tesir altında olmamak gerektir.”, “Meşrûtiyet, hâkimiyet-i millettir.
Yani efkâr-ı âmmenizin misal-i mücessemi olan mebusân hâkimdir; hükûmet, hâdim ve hizmetkârdır.” 19 ifadeleri ile dile getirilmiştir. Hür mebusların oluşturduğu meclis, adeta kalpteki fıtrî atım merkezidir.
Şahıs merkezli yönetim anlayışı yerine, hür mebusân merkezli istişarî meclis anlayışının tesisini arzulayan Bediüzzaman, “Acaba daha Sultan Hamid gibi padişah tahta çıkmayacak mıdır? Eski hâl hiç olmayacak mıdır?” suallerine “Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz: İşte, eski hâl muhal; ya yeni hâl veya izmihlâl.” cevabı ile bütün ezberleri bozmuştur. 20
Risale-i Nur’da “tek adam” fikrine şiddetle karşı çıkılır: “Hem de o kadar geniş daire-i ahrâra efkâr-ı umumiyeden başka serpuş olamadığından, riyaset-i şahsiyenin kat’iyen aleyhindeyim; reisimiz ancak hükûmettir.” 21
Adalet, meşveret ve kanunda inhisarı kuvvete dayanan demokratik cumhuriyet tesis edilmezse anarşinin zemini oluşur. Anarşi, şiddetli istibdatla önlenmeye çalışılır. Beşinci Şuâ’da deccalın en büyük kuvveti olarak istibdat gösterilir ve “İslâm deccalı olan süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (asm) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmaya çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nuranî zincirleri çözer, hevesât-ı müteaffine bataklığında birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki; o vakit, o insanlar, gayet şiddetli bir istibdattan başka zapt altına alınamaz.” 22 cümleleri, gayet şiddetli bir istibdata giden sinsi planı deşifre eder.
Hürriyet fikrinin uyandığı 2. Meşrûtiyetin ilânından sonra Bediüzzaman “Bu inkılâp, doğurduğu hürriyeti eğer meşveret-i şer’iyenin terbiyesine verse, bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihya edecektir; eğer veba-i ağrâz-ı şahsiyeye müsadif olsa, istibdad-ı mutlaka dönecek, o çocuk ölecek. Hürriyet tam zamanında doğdu. Ahval ve ilcaat-ı zaman tam terbiyesine hizmet ister.” 23 ikazında bulunur.
Cemiyet hayatı adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet düsturlarına riayet ölçüsünde ritmini korur. Risale-i Nur’da “Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.” 24 cümlesi ile hak ve hürriyetlerin farkındalığına vurgu yapılır. Adalet ve meşvereti önceleyen eğitim anlayışı ile, kanunlara uyma, demokratik bilinç tahkim edilir. Başkasını yutmakla beslenen, menfaat üzerine dönen garazkâr siyasetin şerri, şeytanın tahribatı ile kıyaslanıp “Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım.” niyazı yapılır.
İhlâsla yola çıkan cemaatlerin siyaset ve devletle ilişkisinin irşad görevi olacağını ifade eden Bediüzzaman, “Neden, ne dâhilde, ne hâriçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlere hiçbir alâka peyda etmiyorsun?
Ve Risale-i Nur ve şakirtlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan men ediyorsun? Hâlbuki, eğer temas etsen ve alâkadar olsan, birden, binler adam Risale-i Nur dairesine girip parlak hakikatlerini neşredeceklerdi.
Hem bu kadar sebepsiz sıkıntılara hedef olmayacaktın.” sorusuna iki büyük sebep gösterir:
“Bu alâkasızlık ve içtinabın en ehemmiyetli sebebi: Mesleğimizin esası olan ihlâs bizi men ediyor. Çünkü, bu gaflet zamanında, hususan tarafgirâne mefkûreler sahibi, her şeyi kendi mesleğine alet ederek, hatta dinini ve uhrevî harekâtını da, o dünyevî mesleğe bir nevi alet hükmüne getiriyor.
Hâlbuki, hakaik-ı imaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir şeye alet olamaz, rıza-i İlâhîden başka bir gayesi olamaz. İçtinabımızın çok sebeplerinden bir sebebi de, Risale-i Nur’un dört esasından birisi olan şefkat etmek, zulüm ve zarar etmemektir. Çünkü, ‘Birisinin hatasıyla, başkası veya akrabası hatakâr olmaz, cezaya müstehak olmaz.’ 25 olan düstur-i irade-i İlâhiyeye karşı, bu zamanda ‘Muhakkak ki insan çok çok zalim ve çok çok nankördür.’ 26 sırrıyla şedit bir zulümle mukabele eder. Tarafgirlik hissiyle, bir canînin hatasıyla, değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adavet eder, elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla bir köye bomba atar. Hâlbuki, bir masumun hakkı yüz cani için feda edilmez, onların yüzünden ona zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz masumu birkaç câni için zararlara sokar. Meselâ, hatalı bir adama müteallik, bîçare ihtiyar valide ve pederi ve masum çoluk-çocukları ezmek, perişan etmek, tarafgirâne adavet etmek, şefkatin esasına zıttır. Müslümanlar içinde tarafgirâne cereyanlar yüzünden, böyle masumlar zulümden kurtulamıyorlar.
Hususan ihtilâle sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir.” ikazını yapar. 27
Cemaatler, ihlâsı esas alan aslî vazifelerinden uzaklaşarak devletin işleyişine karışıp maddî mübareze içine girdiklerinde hem kendi mâbeynlerindeki uyum ve saffeti bozarlar hem de idareye zarar verirler. Bu sebeple, Risale-i Nur’da İman-Kurân hizmetkârlarının kutsî görevleri hatırlatılır.
“Risale-i Nur şakirtlerinin, mümkün olduğu kadar, siyasete ve idare işine ve hükûmetin icraatına karışmamak bir düstur-i esasîleridir. Çünkü, halisâne hizmet-i Kur’âniye, onlara her şeye bedel, kâfi geliyor. Hem, şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklâliyetini ve ihlâsını muhafaza edemez. Her hâlde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına alet edecek, o hizmetin kudsiyetini bozacak.” 28 ikazları yapılır. “En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfîk-ı İlâhiyeye dayanmaktır.” denir.
Kalp ve İttihad (İttihad-ı İslâm)
Kalbin atımı, nasıl sinyalin oluşturulmasında yetkili bir merkezin -kendi içlerinde bir tetik hücreye bağlı olmadan- ürettiği sinyallerle (öz uyarılma) gerçekleşiyorsa, büyük bir cemaat olan âlemi İslâm’a da fıtrata uygun bir akım verilmelidir. Kişi veya zümre hâkimiyetine göre şekillenmemek, fıtrata uygunluğun en önemli lâzımıdır.
İttihad-ı İslâm bu zamanın farz vazifesidir. Ancak “ittihad cehil ile olmaz.” Önce sistemin tesisi bilinmeli ve uygulanmalıdır. Aksi takdirde bu konudaki ihmal, kahrı, gazab-ı İlâhîyi celp edecektir. Rüyada bir Hitabe’nin sonunda bu husus şöyle ifade edilmektedir:
“Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musîbeti değil, gadap ve kahrı celp etti. Cezası da keffaretü’z-zünup değil, kessaretü’z-zünup oldu. Haccın bahusus teârüfle tevhid-i efkârı, teâvünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâm’ı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.” 29 Haccın manası tanıma ve yardımlaşma iken, ehl-i İslâm’ın birbirini tanıyıp yardımlaşamaması dehşetli bir sonuç vermiş; düşman, milyonlarca ehl-i İslâm’ı, İslâm’ın aleyhine çalıştırmıştır.
Hutbe-i Şamiye’de, “ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek”30 âlem-i İslâm’ı orta çağda durduran altı hastalıktan dördüncüsü olarak zikredilir ve “Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyet’in mizacıdır, râbıtasıdır.” 31 tesbiti yapılır. Mektubat’ta da “Tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikat dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.” 32 dersi verilir.
Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek hastalığı, taarrüfle aşıldıktan sonra, hürriyet-i şeriye ile yapılan meşveret, yardımlaşmayı doğuracaktır. Zira ittihad-ı İslâm kalesinin temeli hürriyettir. “Osmanlıların hürriyeti, koca Asya tâliinin keşşafıdır, İslâmiyet’in bahtının miftahıdır, ittihad-ı İslâm surunun temelidir.” 33 Bu topraklarda uyanan hürriyet, âlemi İslâm’a yayılacak ve bu hürriyet ateşi bizden sirayet edecektir.
Hürriyet, meşrû meşveretleri doğuracaktır. “Hürriyet-i şer’iye ile meşveret-i meşrûa, hakikî milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyet’tir. İşte bu kudsî milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslâm bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi, İslâm taifeleri de birbirine uhuvvet-i İslâmiye ile mürtebit ve alâkadar olur.
Birbirine manen, lüzum olsa maddeten yardım eder. Güya, bütün İslâm taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır.” 34 Bu nurlu bağ, kalpteki atım merkezini ve onun sinyallerini taşıyan yolları oluşturacaktır.
Âlem-i İslâm’ı perişan eden beşinci hastalık olarak zikredilen istibdatı netice veren meşveretsizlik, umumî ahengi bozan ferdî çıkışları doğuracaktır. Bütün ben merkezli yaklaşımlar, bu nuranî sistemde (meşveretin tesis edildiği coğrafyalarda) uyumu bozan anarşist atımlara benzeyecek ve hemen fark edilebilecektir. Çünkü hürriyet ve meşveret zemininde çalışan, âlem-i İslâm’ın kalbi mesabesindeki şuraya dayalı bir oluşum, yapıya zarar veren ektopik akımları tanıdığı için çabucak tedbir alıp onları bertaraf edebilecektir. Meşveret, zerrat adedince “ben”leri, urvetül vüska olan “biz”e tebdile zorlayacaktır.
İşte o zaman… Hürriyet ve meşveret eksenli tanıma ve yardımlaşma anlamındaki hac ibadeti, İslâm âleminin büyük kongresine dönüşecektir.
Haccın gerçek manası olan taarüf ve teavün için Haremeyn-i Şerifeyn, binlerce organizasyonlar ve tanışma ve yardımlaşma toplantıları için dünyanın en büyük kongre salonlarına ihtiyaç duyacaktır. Âlem-i İslâm’a fedai olabilecek milyonların birbirlerine fikirlerini, san’atlarını, meziyetlerini aktarmasının verdiği sinerjiyi tahmin etmek dahi güçtür. Böylelikle âlem-i İslâm’ın hastalıkları teşhis edilecek, meşveret meclislerinde partizan siyasetten uzak samimî niyetlerle rahmanî tiryaklar aranacaktır. Âlem-i İslâm’ın kalbi, maddî manevî çok güçlenecek, aktâr-ı âleme nurun âb-ı hayatını pompalayacaktır.
Böylesine büyük bir organizasyon potansiyeli, sadece İslâm’da vardır.
İslâm topraklarının üzerine oynanan hürriyetsiz ve meşveretsiz (demokrasisiz) bırakma oyunları ve ısrarı çok ibretliktir.
Bediüzzaman, İslâm adına Kur’ân’dan delillerle Meşrûtiyeti alkışlayıp tasvip ederken, Osmanlı başşehri İstanbul’daki İngiltere Büyükelçisi Sir. E. Grey, Londra’ya Sir. G. Lowther’e yazdığı raporda 35 “tek kişilik hükümet” yerine Meşrûtiyeti “tehlike” olarak niteler. “Şâyet Türkler, Anayasayı tam olarak ayakta tutar ve kendileri de kuvvetlenirse bunun sonuçları bizim şimdi göremeyeceğimiz kadar uzaklara gidebilir; şâyet Türkiye’de Anayasa iyi işler ve işler iyi giderse” İslâm âleminin demokratik idareye geçeceği derin kaygısıyla “tedbir alınmasını” ister. “Öncelikli tedbir” olarak da, “Bizim mücadelemiz Türk halkının hisleriyle olacaktır. Bunu çok dikkatle ele alınacak bir konu olarak veriyorum.” teklifiyle, Müslümanlar arasında Kur’ân temel esaslarının zıddına Meşrûtiyetin, -demokrasi ve cumhuriyetin- İslâm’a aykırı olduğu ve hatta “küfür rejimi” olduğu telkin ve tezvirâtının yapılması tavsiyesinde bulunur. Bunun içindir ki, İslâm dünyasını istilâ edip sömüren sömürgeci küresel güçler, dünden bugüne Müslümanların, temelde Kur’ân’ın emri olan “meşveret- demokrasi sistemi”ne geçmesini istemezler.
İslâm ülkelerinin krallarla, otoriter rejimlerle yönetilmesini “dinin gereği” olarak propaganda ederler. Ve daha da garibi, hep “tek adamlık yönetimler”i isterler. 36
İmandan kaynaklanan hürriyet eksenli Risale-i Nur’un, muhtevasına ve rengine bakmadan istibdata sille vurması, hastalığın tam teşhis ve tedavisidir:
“İstibdat, ne şekilde olursa olsun, isterse meşrûtiyet libasını giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım.” 37 Bediüzzaman’ın dilinde meşrûtiyet, “meşrûtiyet-i meşrûa” manasında olduğundan, istibdat, şeriat libasını bile giyse Bediüzzaman’ın sillesinden kendini kurtaramayacaktır.
Risale-i Nur’un kökleştiği Anadolu toprakları, hürriyet ve meşveret mücadelesi açısından, âlem-i İslâm’ın kalb atım merkezini oluşturacaktır.
“İmanı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmaya Kur’ân’dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.” 38 cümleleri, atım merkezi olan bu topraklarda tarihin gördüğü en ağır mutlak istibdatın, hürriyet ve meşveretle tasfiyesini müjdelemektedir.
Böylece, Risale-i Nur’la tecdit olan bu hürriyet ve meşveret ruhu, âlemi İslâm’a Anadolu’dan yayılacaktır.
DEVAM EDECEK
Kaynaklar:
1. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 960.
2. https://www.youtube.com/watch?v=IJXfsZiQWCY
3. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 56.
4. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, İşaratü’l-İcaz, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2009, s. 271.
5. Guytonand Hall Textbook of Medical Physiolog –çeviri 2006 s. 116.
6. Şûrâ Sûresi: 38.
7. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 12007, s. 19.
8. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 3 83.
9. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 176.
10. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 804.
11. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2009, s. 486.
12. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 392.
13. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı. Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 444.
14. Enam Sûresi: 44.
15. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 158.
16. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, İşaratü’l-İcaz, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 155.
17. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 390.
18. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2009, s. 53.
19. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 224.
20. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2009, s. 233.
21. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 196.
22. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 937.
23. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 175.
24. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 213:
25. Enam Sûresi: 164.
26. İbrahim Sûresi: 34.
27. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 83.
28. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2009, s. 579.
29. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 501.
30. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2009, s. 325.
31. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 349.
32. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 444.
33. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 240.
34. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 350.
35. Cevher İlhan, Yeni Asya, 14/03/2017 31 [Temmuz 1908 tarihli, Belge: 204, sayfa no: 263]
36. Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Aykaç Kitabevi İstanbul 1967. s. 60-61.
37. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2010, s. 136.
38. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 335.