"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Babasıyla, kandil geceleri el ele camileri gezerlermiş

26 Aralık 2011, Pazartesi
AYDIN MENDERES’İN ARDINDAN-2
BABASIYLA, KANDİL GECELERİ EL ELE CAMİLERİ GEZERLERMİŞ

“BEN BAŞVEKİL MENDERES, SULTAN  HANIMEFENDİNİN ELİNİ ÖPMEYE
GELDİM”
Adnan Menderes muhaliflerinin kendisi hakkında “önce iyiydi de sonra bozuldu” saptırmalarına karşı Aydın Menderes, “Hayır, Menderes her geçen yıl daha iyidir, icraat olarak da iktidar olarak da. Yaradılışı buna müsâit; aklı ve kalbi hiçbir gelişmeye kapalı değil. Çünkü temeli sağlam” demişti.
Adnan Menderes’in Osmanlı hanedanına özel ilgisini, 1952’de bütün Osmanlı hanedanı hanım mensuplarının Türkiye’ye geri getirilmesini, 1957-59’da erkek Osmanlı neslinin de yeniden yurda dönebilmeleri çabasını da uzun uzun anlatmıştı.
Adnan Menderes’in 700 yıl şanla şerefle hükmetmiş muazzam devlet Osmanlıya hayranlığını hatırlatan Aydın Menderes, milletin de çok sevdiği bir hanedanın ele güne muhtaç edilmesine asla râzı olmadığını belirtmişti. Menderes’in, Osmanlı paşalarının, sultanlarının soyuna, torunlarına “Merak etmesinler, onları da bir gün vatana kavuşturacağız” diye haber gönderdiğini söyleyen Aydın Menderes, “Ne yazık ki 1960’da 27 Mayıs darbesi araya girdi ve olmadı” diye hep hayıflanırdı.
1969 ve 1972’de erkek hanedan mensuplarının getirilmesinin yeniden Türkiye’nin gündemine geldiğini, lâkin Türkiye’nin 1952 şartlarına dahi dönemediğini nazara verirdi.
Aydın Menderes, Adnan Menderes’in Osmanlıya saygısını, Sultan Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’nun hâtıratında yer verdiği şu hâdise ile açıklardı: “Bir sabah çok erken saatte şafak vaktinde Rahmetli Abdülhamid’in kızı Ayşe Sultan’ın İstanbul’da oturduğu apartman dairesindeki evinin zili çalar. Ayşe Sultan, ‘Kızım kim bu bak’ diye seslenir. Kapıyı çalan, oldukça edepli, terbiyeli bir adam, büyük bir nezâketle, ‘Ben Başvekil Adnan Menderes’im, Sultan Hanımefendiyi rahatsız etmeyeceksem, elini öpmeye geldim’ diye kendini tanıtır.
“Başvekil Menderes, tek başına bir Osmanlı Sultanı Hanımefendinin kapısında ziyaret etmek istemektedir. Menderes’i yakından tâkip eden ve Osmanlı’ya olan hürmet ve hizmetini bilen Ayşe Sultan, hızla hazırlanır ve ‘Hoş geldiniz bu ne büyük bir devlet!’ diye buyur eder.
“Menderes, ‘Sadece elinizi öpmek, hatırınızı sormak için uğradım; kusura bakmayın, mahallenin köpekleri uyanmadan ziyaretinize geldim, bu saatte sizi rahatsız ettim’ diye özür diler. Bir ihtiyaç ve arzularının olup olmadığını sorar; Ayşe Sultan’ın bütün ricâlarına rağmen ayrılır. Kendi tâbiriyle ‘mahallenin köpekleri uyanmadan…”
BABASIYLA KANDİLDE EL ELE CAMİLERİ ZİYÂRET…
“Rahmetli babam İstanbul’a geldikçe beni yanına çağırtırdı. Yürüyüşe giderdik, bazen başkaları da olurdu” diyen Aydın Menderes, bir kandil gecesine denk gelen yılbaşı gecesinde yaşananları babası Adnan Menderes’i anma adına anlatmıştı:
“O vakit İstanbul’un açılan yollarıyla, bulvarlarıyla yakından ilgilenirdi; Vatan, Millet caddeleri ve Sahil Yolunda çamurlara bata çıka incelemelerde bulunur, bizzat tâkip ederdi. Yine böyle bir günün akşamüstünde 31 Aralık 1959’da beni çağırdı yanına; o zaman yatılı okuldayım. Kendisiyle epey yolları, inşaatları gezdik. İstanbul’daki imar incelemelerinin ardından babam rahmetli, ‘Ben şimdi camileri gezeceğim, bakalım millet camiye mi itibar ediyor, yılbaşına mı?’ diye sordu…
“Peşinden de ‘Haydi seni de götüreyim; gel istersen’ dedi. Üç araba peş peşe yola koyulduk. Ben babamın arabasında idim. Dönemin İstanbul Belediye Başkanı Rahmetli Kemal Aydın ve hâfız’ül-Kur’ân belediye imamıyla karşıya geçtik. Özellikle büyük selâtin camilere uzaktan bakarak dakikalarca seyretti.
“Milletin camileri yılbaşı eğlencesine tercih ettiğini gördükçe, kandil gecesine ve camiye rağbeti müşâhede ettikçe fevkalâde memnun oluyor; sîreti ve sureti bir olan bir insan olarak memnuniyeti, sevinci pırıl pırıl parlayan nâsiyesinde okunuyordu…”
Aydın Menderes’in “bütün merakı” babasıyla beraber olmaktı. Kendi ifâdesiyle, “Babasının yaptığı işi öğrenmek, misyonunu bilmek ve hizmetlerini tâkip etmekti…” Bu sebeple yakın siyaset ve kader arkadaşlarının bile çoğundan daha iyi Adnan Menderes’i tanırdı.
Bundandır ki milletin, vatandaşların, sevmiş insanların hayattayken onu iyi anladığını, vefatından sonra da nasıl bir kara sevda ile sevdiğini çok iyi anlamıştı. Zira Menderes vatandaşlarla konuşurken iki arkadaş gibi konuşurdu. 1950’de başlayan süreç, giderek milletle bütünleşmeye, özdeşleşmeye dönüşmüştü...
MENDERES’İN MUVAFFAKİYETİ; İHLÂS VE SAMİMİYETİ …
Menderes’in ve Demokrat Parti’nin zor şartlara rağmen çok doğru şeyler yaptığını, lâkin bunların kolay olmadığını anlatan Aydın Menderes, bu muazzam hizmetlerdeki muvaffakiyetin, ihlâs ve samimiyetlerindeki mânevî iksirde olduğunu nazara verirdi.
Ve bunu, “Bir husus da var ki bir insanın iyilik yapması da, kötülük yapması da sonunda Allah’ın takdirine bağlı. Ona rağmen hiçbir şey olmaz. Ancak Allah her kuluna hizmet nasip etmez. İyilik, sevap ve hizmetleri yapmaya hak kazanmanın da bir sırrı vardır. Kişinin öyle bir hizmeti, ihlâsı ve samimiyeti olacak ki, buna hak kazanacak. Adnan Menderes’te bu sırrı görüyoruz” cümleleriyle izâh ederdi. “Bu sırdandır ki, millet Menderes ve Demokrat Parti ile bütünleşmiştir” tesbitinde bulunurdu.
Adnan Menderes ve Demokratların başına gelen akıbetin de bu hizmetlerini ebedîleştirmek ve mânen değerli kılmak adına bir nev’î kaderin bir cilvesi ve bir imtihanı olduğunu kaydederdi.
Adnan Menderes’in bilhassa din eğitimi ve öğretimine yaptığı hizmetlerden dolayı mâruz kaldığı tehdit ve tehlikelere karşı, “Ben korkmam, beni böyle anlamayın; bu ülkede başka başbakan da olsa korkmaz, korkmaması gerekir” dediğini aktaran Aydın Menderes, “Adnan Menderes korkmadı, çekinmedi; ne var ki Başbakan’ın asılması halkta büyük bir irkilmeye sebebiyet verdi” diyordu. Bunun tesirinin devletin üzerinden 50 yılda dahi kalkamadığına dikkat çekiyordu…
DEMOKRATLARIN MÂNEVÎ KAZANIMLARI KALICI OLDU…
Daha ilk günde Demokrat Parti’nin iktidara gelir gelmez ilk icraat olarak Ezân-ı Muhammedînin aslına çevrildiğini misal veren Aydın Menderes, merhum Adnan Menderes’in vatan, millet ve inanç değerlerine yaptığı hizmetin mânevî makbuliyetini şu cümlelerle tasrih ediyordu:
“O dönemde din ve vicdan hürriyeti adına milletin demokratik inancındaki bütün kazanımlar büyük bir çoğunlukla kalıcı oldu. Çok şükür ki hiçbirinde geri dönüş olmadı. Ezânın aslına çevrilmesi, yüzlerce imam hatip okulu, yüksek İslâm enstitüleri, binlerce Kur’ân kursu, mekteplere din derslerinin konulmasında olduğu gibi…”
Bu başarıyı Menderes’in ve Demokratların ihlâs ve samimiyetine bağlayan Aydın Menderes, şu tahlilde bulunuyordu:
“Bu hizmetler öyle bir ihlâs ve samîmiyetle yapıldı ki hepsi hâlâ devam ediyor. Evlerde okunan Kur’ân, camilerde imam ve müezzinlerin ezân ve kametleri, bu o hizmetin devamı ve makbuliyetidir. Kur’ân okunmasına jandarmanın baskını devri artık tarihe karıştı. Allah’a şükür dört tane askerî müdahaleye rağmen bir geri dönüş olmamıştır. Demek ki onun nasibine hep bu hizmetler düşmüş…
“Yani Menderes’in yaptığı değişiklikler, bu ihlâsa binaen kalıcı olmuş. Bugün hâlâ dış politikada kalıcı onurlu olan bir şey varsa o dönemdendir. Türkiye’nin Kıbrıs dâvâsı Menderes ve Zorlu’nun Zürih ve Londra Antlaşmalarıyla sağladığı garantörlük üzerine bina edilmektedir. Demokrasi inancı kalıcıdır. Din ve vicdan hürriyeti adına yapılan hizmetler kalıcıdır.
“Devletin radyosunda Kur’ân okunması, mehterin askerî törenlere girmesi hep 1950’den sonra olmuştur. Oysa Demokrat Parti’den önce radyoda Kur’ân okunması bir yana, türküler, “yurttan sesler” ve hatta klâsik Türk mûsıkisi bile yoktu. Cuma sabahları, iftar saatleri, kandil geceleri okunan Kur’ân ve mevlidler, hep Demokrat Parti’nin eseri olarak kaldı. Kazanılan haklar kaybettirilmedi…”
“14 MAYIS 1950, BİR ELMAS HANÇER”
14 Mayıs 1950’yi, Demokrat Parti iktidarını, “devletin tarihiyle, milletiyle barışması, kapıların vatandaşa açılması” olarak târif eden Aydın Menderes, “13 Mayıs–15 Mayıs; ‘ak’la ‘kara’. Hangisi ‘ak’, hangisi ‘kara’, isteyen istediğini seçsin. ‘Gece’ nedir, ‘gündüz’ nedir; o kararı milleti versin” demişti. Devamında da Demokrat Parti’ye ve devamı Adalet Partisi’ne yüzde 57’lere varan desteğin anlamını, “milletin kararı”nın bir nişânesi olarak işâret etmişti.
“Demokrat Parti 14 Mayıs 1950’de bir elmas hançer gibi zamanı böldü. Gündüz bir taraf, gece bir taraf” diyen Aydın Menderes, “Bütün bunlar, Menderes olmazsa olmayacak işlerdi” değerlendirmesinde bulunmuştu. Bugün bunlardan daha ehven işlerin başarılmamasını, siyasetin samimiyet ve ehliyet noksanlığının göstergesi görmüş; Menderes ve Demokratların millete hizmetteki muvaffakiyeti, ihlâs ve samimiyetlerine bağlamıştı…
“FIRTINA, GÖK GÜRÜLTÜSÜ  ‘İKAZ’, YAĞMUR ‘RAHMET’TİR
Aydın Menderes’e göre, 17 Eylül günü öğleden sonra saat 14.26’da Adnan Menderes’in idamıyla fırtınayla birlikte gelen gök gürültüsünün ardından yağan şiddetli yağmurun birçok işâret ve anlamı var.
Gökyüzü bu cinâyete âdeta ağlar. Fırtına ve gök gürültüsü, zâlimlere bir “ikaz”, hayatını ülkesine ve milletine adamış merhum Menderes’in tertemiz ruhuna “rahmet”tir…
Tam bir iman, vatanperverlik, cesâret ve asâlet örneğiyle sehpaya çıkan ve idamını büyük bir itminanla karşılayan Adnan Menderes’in, son dakikalarında dinî telkin için gelen hocayla başbaşa konuşmasına bile izin verilmez. Sözde “buna kanunlar müsaade etmemektedir.” Bunun üzerine heyetin huzurunda hocanın tövbe duâsına katılır.
Usûlen bir arzusu olup olmadığı sorulur. Menderes’in hiçbir şahsî arzusu yoktur. Son sözleri ise, “Hayata vedâ etmek üzere olduğum şu anda, devletime ve milletime ebedî saadetler dilerim” olur. Ne bir şikâyet, ne bir tazallûm-u hâl ve ne de bir tahrikte bulunur…
Bu vakur hal, şüphesiz birçok mânâya delâlet eder. En bârizi de, “Türk milleti Müslümandır ve Müslüman olarak kalacaktır; İslâmiyetin icâplarını elbette yaşayacaktır” diyerek, Ezân-ı Muhammediyi aslına çeviren, yüzlerce Kur’ân kursunu, imam hatip okulunu, yüksek İslâm enstitüsünü hizmete açan, din eğitimi ve öğretimini yaygınlaştıran, din derslerini mekteplerde okutan Menderes’e, Bediüzzaman’ın “İslâm kahramanı” ve arkadaşlarına “İslâmiyete ciddî taraftar mühim zâtlar” takdirinin mânâsının tecellîsidir…
— SON —
 
CEVHER İLHAN
 
 
“HİÇBİR ŞEY BABAMLA BULUŞMANIN YERİNİ TUTMAZDI…”
 
AYDIN Menderes, bütün merakının babası Adnan Menderes ile beraber olmak ve onun siyasetini anlayıp takip etmek olduğunu belirtirdi. Küçüklüğünde bütün dünyasının, “en iyi ve enis bir arkadaş” gördüğü babasıyla birlikte olmak, onun millete hizmet hedeflerini tâkip etmek olduğunu, yarım asrı aşan derin bir tahassürle anlatırdı.
Büyük bir hasretle babasına dair üzgün, sürurlu, kürsüden halka hitap eden halini hep rüyâlarında gördüğünden bahsederdi…
Daha 10-12 yaşlarındayken, “Bir başka şey veya bir oyun hiç önemi yok; hiçbir şey benim babamla buluşmamın yerini tutmazdı” diyen Aydın Menderes, millete hizmet arzusunun o günden bugüne milletin gönlünde taht kurmuş babası Başvekil Adnan Menderes’in izinde devam ettiğini ifade ediyordu. Bütün maksadı babası gibi millete hizmetti.
“Bütün arzum babamın yaptığı şeyi öğreneyim, siyaseti öğreneyim” diyen Menderes, yarım asrı aşkındır, milletle beraber asil bir sevgi ve vefâyı yaşadığını söylerdi. Demokrat Parti’nin merhum Menderes’in manevî şahsiyetiyle abideleşip bütünleşen hâtıraları, hasretini bir nebze dindirse de, Aydın Menderes’i teselli eden en büyük hazine, merhum Adnan Menderes ve arkadaşlarının milletin nezdinde bu dünyada olduğu gibi öbür âleme geçişlerinde hayırla yâd edilmeleriydi…
 
EN ÇOK ÖZLEDİĞİ BABASIYLA BULUŞTU, RAHMET-İ RAHMANA ULAŞTI
EL Hak, Aydın Menderes babası Adnan Menderes gibi hayırla yâd edildi, edilmekte…
Aydın Menderes, sanki babasının “Gel, camileri gezelim!” çağrısı gibi, “Artık gel!” çağrısına uydu; onun için son deminde âdeta onca yıl ıztırap çeken, haftalardır ağır hasta yatan halinden eser kalmamış gibi, ağırlıklar üzerinde gitmişçesine hafiflemiş, nurlanmış, gayet huzurlu, tebessüm eder gibi mâsumâne bir halete bürünmüştü… Hasta yatağında bile namazını bırakmakmamış, işaretle olsa dahi kılmıştı.
Emr-i Hakkı, rızâ ve teslimiyetle karşıladı; babasının mânevî hizmetlerinin hatırına, Cenâb-ı Hakk’ın izniyle Resûlullah’ın nezdinde şefaatçi olması niyâzıyla…
Aydın Menderes, 23 Aralık 2011 Cuma günü akşamında, okunan Kur’ân ve duâlarla babasının ve dâvâ büyükleri ve arkadaşları Demokratların göç eylediği ebedî âleme göçtü; babası gibi büyük hürmet ve muhabbet beslediği Bediüzzaman’ın diyarına gitti…
Babası Adnan Menderes misali, Erhamürrahimin’in rahmet ve merhametin tecessümü yağmurun sağnak sağnak yağdığı esnada, Hakkın rahmetine kavuştu. Rahmet duâları arasında binlerin omuzunda en çok sevdiği ve özlediği babasıyla buluştu, annesinin yanına vardı; rahmet-i Rahman’a ulaştı; inşaallah… Ruhlarına binler Fâtihalar…
Okunma Sayısı: 2511
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • İsmail Cebecili

    26.12.2011 00:00:00

    Teşekkürler Cevher Bey!
    Bu yazı aynı zamanda Ülkemizin yakın zamanda bile ne sıkıntılar, zorluklar, ihanetler yaşadığının delili de olmuş.
    Adnan Menderes için Enstitü kurulması konusunda Aydın Menderes’in çalışma yapması, Ortaokul öğrencisi iken babası rahmetli Adnan Menderes’in Kur’an Eğitim aldırması, sonrası da sanıyorum anlatılacak konular arasındadır.
    Hacıbayram Camiinde öğle Ezanının çift okunması da sanıyorum tarihe not düşülmesi açısından önemlidir.
    Yine tarihe not olması bakımından, acaba diyorum katil, maktülün cenaze törenine katıldı mı?

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı