Seçim öncesi gündemden geçen konulardan biri de darbelerin ve darbecilerin yargılanması ve “27 Nisan e- muhtırası”na iktidarın farklı bakışı ve kırılganlığı…
İlk göze çarpan kırılganlık, “Balyoz dâvâsı”nda olduğu gibi, henüz “düşünce safhasında olduğu” ve “plânlandığı” iddia edilen darbeler ve dayatmalar için derhal tutuklama kararları verilip, “darbeye ortam hazırlayanlar” içeri atılırken, 12 Eylül darbesi gibi meşrû hükûmeti silâh zoruyla devirip Anayasayı ilga eden, Meclis’in kapısına kilit vuran, yüzbinlerce vatandaşa işkenceden geçiren darbeleri yapanların evlerinde soruşturulması…
Garâbet şurada; yapılmamış darbelerin darbecileri aylarca ceza ve tutukevlerinde haklarındaki hükmü beklerken, yapılan darbelerin darbecileri ancak evlerinde sorgulanıyor. Ve referandumdan sekiz ay sonra seçime birkaç gün kala sadece “ihtilâl konseyi” başkanı ve üyesi emekli iki orgeneralin âlây-ı vâlâ ile başlatılan sorgulamanın, henüz “inceleme ve delil toplama” aşamasında olduğu, savcının ancak yılsonuna kadar “dava açılıp-açılmayacağı”na karar verecek olması…
Şüphesiz bu vaziyet, 28 yıl sonra darbecileri koruyup kollayan “geçici 15. madde”nin kaldırılmasına rağmen, kamuoyundan gelen yoğun taleplere ve Meclis’teki muhalefetin önergelerine rağmen iktidar partisinin “darbecilerin yargılanması”na ya da en azından “12 Eylül darbesini yapanlar hakkında zamanaşımının uygulanmaması”na dair teklifleri reddetmesinden kaynaklanıyor…
“E-MUHTIRA” NEDEN SORUŞTURULMUYOR?
Bir diğer çarpıklık, Başbakan Erdoğan’ın bir televizyon programında, “27 Nisan bildirisini bir muhtıra kabul etmiyorum; o zamanki Genelkurmay’ın yaklaşımı olarak değerlendiriyorum” demesi.
Oysa bütün parti gruplarınca, “27 Nisan bildirisi”nin demokrasiye ve millet irâdesinin temsilcisi Meclis’e açık bir müdahâle olduğu bir defa daha te’yid edilmişti.
Evvela AKP Genel Başkan Yardımcısı Çelik, e-muhtırayı bizzat kaleme alan zamanın Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın, “27 Nisan bildirisi muhtıra değildi, sadece hassasiyetlerimizi ortaya koyduk” sözlerine, “Ama biz hükûmet olarak 27 Nisan’ı muhtıra gibi algıladık” deyip “sitemini ilettiği”ni belirtmişti. (Vatan, 12.4.2010)
Keza başta Başbakan Yardımcısı Çiçek ve Arınç olmak üzere hükûmet cânibinden de “e- muhtıra”nın müdahâle olduğu”na dair açıklamalar yapılmıştı. Hatta Arınç, “e-muhtıra”nın hemen peşinden gidilen seçimlerde “Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engelleme” tepkisi olarak “mağduriyet” propagandasını hatırlatarak, “e- muhtıranın kendilerine en az yüzde 10-15 oy sağladığını” söylemiş, demokratik yarışın daha baştan engelli hale getirildiğini âdeta ikrar etmişti.
Böylece, Başbakan’ın “mezara kadar sır olarak kalacak” dediği başbaşa gizli “Dolmabahçe görüşmesi”nden sonra, “muhtırayı bizzat kaleme aldığını” söyleyen emekli orgeneralin trilyonluk zırhlı araba ile ödüllendirilmesinin izâhı yapılmış değil…
“CEVABI VERİLDİ”DE NE OLDU?
Doğrusu, askerin en üst düzeyde demokrasiye ve siyasete açık müdahâlesi ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis irâdesinin önünü kesmeyi amaçlayan “27 Nisan e- muhtırası”nı Erdoğan’ın “muhtıra olarak görmemesi”, beraberinde birçok soruyu getirmekte.
Gerçekten, “e-muhtıra”, Erdoğan’ın ifâdesi ile “o zamanki Genelkurmay’ın bir değerlendirmesi” ise, o zaman “12 Mart muhtırası” ve hatta “28 Şubat postmodern darbesi” dayatması ne? Onlar da mı “o zamanki Genelkurmay’ın bir değerlendirmesi”?
Sahi, Başbakan’ın çoğu tutuklanmış diğer “darbe teşebbüsleri” ve “teşebbüsçüleri” için veryansın etmesine karşı, “27 Nisan e-muhtırası”nı yazanı âdeta koruyup kollaması neden? Arınç’ın açıklamasıyla, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde “kendilerine en az yüzde 10-15 oy sağladığı için mi? Diğer muhtıralar, “hukuku, demokrasiyi ihlâl” de “27 Nisan e-muhtırası” demokrasi ihlâli değil mi?
Ve daha da çarpıcısı, muhtıranın üçüncü yıldönümünde, “27 Nisan 23:25 farklı bir şeydi. Ekranda görünce şaşırdım, şaşkınlık meydana getirdi” diye yorumlayıp şaşkınlığını dile getirmekle kalan Başbakan’ın, “e-muhtıra” için, “Velev ki ‘muhtıra’ olsun, ertesi gün biz sivil irâde olarak gerekli cevabı verdik” diye geçiştirmesi, neyin nesi? Sonra, “e-muhtıra”yı, “demokrasiye müdahâle” olarak gören iktidar partisi sözcüleri, neden salt “sitem”le geçiştirdiler?
Muhtıralara, darbelere, “sivil irâde olarak” birkaç cümlelik gösterilen “kınama” ve “tepki” “darbelere ve darbecilere cevap”mı oluyor? Kaldı ki “cevabı verildi” de ne oldu; darbeciler yargılandı mı? 28 Şubat aktörlerine, 27 Nisan e-muhtıracılarına bir soruşturma dahi açıldı mı?
Daha ne kadar beklenecek…