Ekonomik darboğazların şartlarımızı zorlaştırdığı ticaret hayatımızda hepimiz karşılıklı güvene dayalı iş anlayışımızı sürdürüyoruz.
Özellikle vadeli piyasalarda ‘’güven’’ unsuru ticarî geleceğimizi belirliyor. Güven unsurunun bir tanımını yapmak gerekirse eğer; güven = uzmanlık+dürüstlük şeklinde tanımlamak doğru olacaktır. Üretirken veya hizmeti sunarken kaliteli olmayı önemsediğimiz gibi vadeli satışlarda güven unsurunu gözden kaçırmamalı, bu konuda hassas bir teraziye sahip olmalıyız. Ticarî hayatta güvenin birçok unsuru ve tarafı bulunmaktadır. Bizler güvene dayalı ticarette küreselleşen dünya düzeninin gerektirdiği ölçüde bilgi sahibi olarak adımlarımızı atmalıyız. Küresel düzeni anlayabilmek ve değişimi öngörebilmek için daha derinlere doğru kazmalı, kendimizden başlayarak ticarî çevremizi sorgulama eğiminde olmalı; ekonomik, sosyal ve politik değişimleri takip etmeliyiz. Eskilerin bir deyimi vardır, “güven ihanete yol verir’’ diye. Bu tamamen doğru mudur? bilemiyorum ancak, ticarî hayatta körü körüne güven unsurundan kaynaklanan ağır bilânçolara hepimiz şahit olmuşuzdur. Peki, ticarî hayatta karar alırken nasıl güveneceğiz? Bu noktada sanıyorum bilgi ve yetkinlik sahibi olmanın önemine değinmek aydınlatıcı olacaktır. Bu anlamda; firmamız, müşterilerimiz, sektörümüz ve Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durum hakkında yeterli bilgiye sahip olmalıyız. Prof. Dr. Arman Kırım, kitabında ‘’riskin asıl kaynağı, müşterilerin ne düşündüğünü, ne istediğini, ne yapacaklarını, nasıl tepki vereceklerini bilmemektir’’ diyor. Bu bilgiye sahip olabilirsek eğer, müşterilerimize en uygun fiyat, pazarlama ve hizmet planları yapabiliriz. Eğer ticaretle uğraşıyorsanız, hedefleriniz varsa, ‘’bilmek’’ zorundasınız ve ancak bu bilgi sayesinde başta kendinize ve ardından iş ortaklarınıza yeterince güvenebilir ve bu güven ortamında işlerinizi inançla geliştirebilirsiniz.
Konu güven olunca güvenilir olmanın önemine değinmek gerekir diye düşünüyorum. Bu konuda aklıma daima Mikael Krogerus ve Roman Tschappeler’in stratejik karar kitabından hatırladığım, ‘’Mahkûmun İkilemi’’ gelir. İki mahkûmun suç işlediğinden şüphelenilmektedir. Bu suç için öngörülen azamî ceza on yıldır. İki şüpheli ayrı ayrı tutuklanmıştır ve her ikisine de aynı anlaşma tavsiye edilmiştir; eğer aralarından biri suçu işlediklerini itiraf ederlerse ve suç ortağı sessiz kalırsa, itiraf edenin cezası kaldırılacak, ancak sessiz kalan on yıl ceza alacaktır. Eğer her ikisi de sessiz kalırsa en çok iki yıl ceza alacaklar, her ikisi de suçu itiraf ederlerse beş yıl ceza alacaklardır. Şüphelilerin birbirine danışma şansı bulunmamaktadır. Birbirlerine güvenebilirler mi? Bu açmazı yorumlamayı size bırakırken hiçbir şeyin güvenilirlik kadar kurtarıcı olamayacağını söyleyebilirim.
‘’Her gün beslenmeyi bekleyen bir tavuk, her gün besleneceğini farz eder. İnsanların nazik olduğuna sıkı sıkıya inanmaya başlar. Tavuğun hayatındaki hiçbir şey günün birinde öldürüleceği gerçeğini göstermez’’ diyor Lübnanlı yazar Nassim Nicholas Taleb. Geçmişi temel alarak geleceği tahmin edemediğimiz bu modele ‘’siyah Kuğu’’ adını veriyor. Bizler güvenirken bilgiye ihtiyaç duymalıyız. Ticarî risklere karşı ihtiyatlı olmak yeterli bilgiye sahip olmakla tarif edilebilir. Ancak bilgi sahibi olanlar gelen mesajları doğru yorumlar ve isabetli karar alabilirler. Güven ortamı düşük ilişkiler hepimiz için çıkmaz sokaklarla dolu ortamlardır. Bir ilişkinin hatta bir fırsatın sonudur. Eğer bu tür bir ortamın varlığını hissediyorsak yetkinliklerimizi arttırmalı, ’’herkese güvenmek de, hiç kimseye güvenmemek de aynı şekilde hatadır’’ atasözünü aklımızdan çıkarmamalıyız.