Dünyanın bu kadar sanallaşacağını…
Helal ve haramın bu kadar karışacağını…
Yalanlarla doğruların canciğer kuzu sarması olacağını...
Kimi yakınlarınızın ne kadar uzak…
Kimi uzakların ne kadar yakın duracağını bu kadar tahmin edemezdim Selim Ali.
Yaşamak çok uzaklara düştü bu arada.
Mevsimleri unuttuk; günlerin gürültü-sünde. Sonbahar, bana bak, diyor. Meyveler bir hüzün gibi gülüyor.
Kim giriyor tefekkürün kanına? Uzun emeller kör ediyor ölümü. Ölüm herkesin adresini “ezbere” biliyor.
Doğmak ve ölmek her nefes...
Nefes nefese bir hayat...
Hayat ve ölüm baş başa...
Şey... neydi yaşamak?
Bulup bulup kaybediyoruz. Elimize teslim edilen zamanları bir gül gibi solduruyoruz.
Yetmiyor bulduklarımız aradıklarımıza...
Arıyoruz. Aşkın bile sabırlısı değiliz.
Aşk... olur, olacak da… biraz “beklemek” katmakla diyordu Bilgin Abi.
Yalnız kalmayı da beceremiyorduk; toplum içinde yaşamayı da… Bu makinalaşma çağında kendimizi duyamazdık ki… Öyleydi zaten.
Elini tuttum yalnızlığın;
Göz göze geldik.
Beni bir köşeye çekti.
Baktım şehrin gürültüsünde yalnız insanlar;
Birbirimize daha bir sarıldık.
Bilgin Abi!
Bazen kafam karışıyor. Ben taş evlerde, o derme çatma, çöllük yerlerde doğdum. Suyu mahalle çeşmesinden… Mutlu muyduk; bilmem! Atlarla aynı kapıdan girerdik. Onların sesleri, nefesleri çocukluğumun süsü müydü; bunu da bilmem.
Şimdi o evlerde değiliz ama bir şeyler hep eksik… Elbet dün, dünde kaldı da… bugün nereye geldik; adını koyamadığım şeyler var.
Dünya çok değişti.
Caddeler, sokaklar naylon...
Çocuklar çocuk değil artık...
Büyükler büyük değil...
Besteler ruhsuz bir hikâye...
Şiirler avutmuyor hayali.
Romanlar dertleri azdırıyor.
Doktorlar tedaviye muhtaç...
Çözüldü mü zinciri dünyanın?
Aysız, güneşsiz mi kaldık?
Yıldızlar dökülüp gitti mi?
Bitti mi sihri gecelerin?
Şimdi her taraf gürültü...
Haberler patırtı, çatırtı...
Hangi mevsimdeyiz;
Bilen var mı?
Dünü, bugünü, yarını harman etmeden hayatı adlandırmak öylesine zor ki… Tarihin içinde, yarınların hayalinde kaybolmak da var, diyordu Bilgin Abi.
Durum bu iken bugün köprüsünü sağlam tutmaktan başka ne yapılabilir ki?
Tarih dünü anlatırken bugüne ve yarına ayna görevini aralıksız yapıyordu; belki de dünden ziyade yarındı!