Benim çocukluğumda köyde, bağda olmasak da şehirde kuşlar vardı. Şimdi de var ama tek tük…
Sabahın o er vakitlerinde nasıl da cümbüşe dururlardı. Uzun uzun dinler, seyrederdim serçeleri.
Balköpüğü, benekli, yerinde duramayan o minicik rüyacıklar uçup gitmiş; iyi mi?! Nereye gitti o beste, o koro, o sabah şenlikleri, tefekkür, tezekkür âyetleri?
“Kıyamet…” diyordu Bilgin Abi. Dünya bir hırsın elinde ateşe, betona, yarınsızlığa kurban ediliyor.
Selim Ali elinde yine bir kâğıt bizi dinliyordu. Bir şiir okuyacağı belliydi bu konuşmalara bir pencere olarak:
BİR LEVHADAKİ ŞİİR
Güzel şeyler düşün; aynaları ağlatma.
Baharı tut daim; bir dost eli gibi.
Okşa serinliğin kalbini.
Derin bir nefes al.
Gökyüzüne çevir yüzünü.
Kuşların, bulutların keyfine dal.
Ah şu senin dünya telâşelerin!
Sık sık unuttuğun kendin.
Nefeslerini duyduğun oluyor mu?
Var yok gibi mi yaşıyorsun yoksa?
Soruları sen çoğalt gayrı.
Kendinle tanışmalısın.
Dışarısı çok gürültülü...
Pencere önüne otur.
Rüzgârı dinle biraz.
Mutluluk ol, ümit ol.
Gökyüzü, yağmur, şimdi…
Şimdi ol yani şimdi.
Yaşamak kaçırıyorlar senden;
Bunu demek istemezdim.