İslam aleminin geri kalmasının temel sebeplerinden birisi, “din ilimleriyle fen ilimlerinin” biribirinden ayrılması olduğunu keşfeden Bediüzzaman şöyle der:
“Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”1
Ve Medresetü’z Zehra namıyla bir maarif/eğitim projesi geliştirir.
Kur’ân-kâinat bütünlüğü ekseninde vicdanın ziyası olan dinî ilimlerle aklın nuru olan fen ilimlerini kaynaştıran bir modeldir bu.
Böylece, asırlardır devam eden ve son devirde ihtiyaçlara cevap veremez hale gelen tekke ve medrese ile, yeni gelişen modern mektepleri birleştirip, üç ayrı eğitim kanalını doğru bir zeminde buluşturmayı öngörmüştü.
Yani, tam ve hakiki bir “tevhid-i tedrisat/eğitim birliği”.
Fen ilimleri de, din ilimleri de Allah’ın tabiata, fıtrata koyduğu kanunlardır.
Buna göre, bütün fenler din ilimleridir; din ilimleri, fen ilimleridir.
Bediüzzaman, hayatını, en ince teferruatına kadar tarif Medresetü’z Zehra projesine hayatını vakfeder. Önce Van, Diyarbakır ve Bitlis’te maddi vücutları ortaya çıkarılacak, sonra vatan ve İslam alemine yaygınlaştırılacaktı.
Ne var ki, şartlar tahakkukuna elvermedi.
Fakar Bediüzzaman davasından vazgeçmedi. Medresetü’z Zehra projesini Risale-i Nur hizmetiyle sivil bir temel üzerine inşa etti. V dünyanın her yerine yaygınlaştırdı!
Binler, on binlerce Medrese-i Nuriye, Medresetü’z- Zehra’nın şubeleridir.
Kur’an hakikatlerinin eğitimini burada alırız. İmanlı, salih, müttaki Müslüman da, hizmet ehli de, öğretmen de, gazeteci de, romancı, hikayeci de, esnaf da burada yetişecektir ve yetişiyor.
Dipnot:
1- Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 126-127