Bediüzzaman’ın (ra), “İnsan medeni-i bittab (yaratılış olarak sosyal, medeni bir varlık) olduğundan ebnâ-yı cinsinin (hemcinsi insanların) hukukunu muhafazaya (haklarını korumaya) ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef”tir.1 paylaşımımıza bir okuyucumuz, “Meşru yol ve vasıtalarla aramak şartıyla. Filan parti ve gelip-geçici genel başkanlara endeksli usullerle değil” yorumu yaptı.
“Mahza ve adalet-i hakikiye” ile hak ve hürriyetleri aramanın şartı-şurtu olamaz! Ateist/dinsiz de, ehl-i kitaptan birisi de olsa, Budist de olsa, zulme uğramışsa “masum ve mağdurdur.” Hiçbir şart ileri sürmeksizin hakkını aramakla mükellefiz. Ki, Asr-ı Saadet ve İslam tarihi boyunca adalet için dinli-dinsiz, Hıristiyan, Yahudi, Müslüman, Türk, Arap, Kürt, Alman gibi etnik kökene, zengin, fakir, şah-geda gibi hiçbir şart aranmamıştır.
“Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın, Arap müşriklerinden muâhid ve halifleri (anlatma yaptkları, vekilleri, temsilcileri) vardı.” Beraber kavgaya giderlerdi.” (Kim olursa olsun, onunla birlikte hak, hürriyet ve adalet kavgasına gitmeli!) “…Dünkü gün siz o dehşetli ayı ile boğuştuğunuz vakit karılar, çingeneler, çocuklar, itler size yardım ettiklerinden size ayıp mı oldu?”2
Evet, Hz. Ömer’in (ra), bir Hıristiyan, Hz. Ali’nin (ra) bir Yahudi ile, Selahaddin Eyyübi’nin bir Ermeni, Sultan Fatih’in bir Rum ile mahkemeye çıkmaları tam adaletin tezahürü değil mi? Demek, kim olursa olsun, Müslüman olarak, herkese, hiçbir şart koşmaksızın adil davranmak ve hakkını aramak mecbur ve mükellefiyetindeyiz.
Evet, Rahim ve Rahman isimlerini de barındıran İslâmiyet, farklı kimlikleri kabul eder ve herkesi şefkatle kucaklar:
Hangi inanç, din, etnik köken ve ırktan olursa olsun tümüyle birlik bağları oluşturur. Asabiyet (kendinden olanı koruma duygusu), menfi milliyet, ırkçılık yerine “dinî, sınıfî ve vatanî” bağlardır. Yani, aynı dinden olanlar kardeştirler. Aynı inancı paylaşmayıp, aynı vatanda yaşıyorlarsa, “vatanî” yani, “vatandaşlık” bağı birlik noktalarıdır.
İslamiyet, inancına, etnik kökenine bakmaksızın vatandaşların biribiriyle yardımlaşma, dayanışma-sını emreder. Allah Rasulü (asm), “Kestiğiniz koyundan Yahudi komşumuza verdin mi? Yahudi komşumuza verdin mi?”3 demesi bunun çarpıcı örneklerinden birisidir. (İslâm ülkesinin vatandaşı gayrimüslime, zımmiye fıtre, adak, sadaka, hediye verilebilir.)
Hak ve Adil isimlerinin tecellilerini göremeyen gerçek adaleti anlayabilir, uygulayabilir mi?
Dipnotlar:
1-Münâzârât, s. 137.; 2-Age., s. 75.; 3-Buharî, el-Edebü’l-müfred, s. 52.