"Yuhyî." Yani hayat veren yalnız Odur. Öyle ise, her şeyin hâlıkı dahi yalnız Odur. Çünkü kâinatın ruhu, nuru, mâyesi, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın hâlıkı da Odur. Hayatı veren elbette Odur, Hayy ü Kayyum’dur.
İşte şu mertebe-i tevhidin bürhan-ı a’zamına şöyle işaret ederiz ki: Başka bir Sözde izah ve ispat edildiği gibi, zemin yüzünün sahrasında çadırları kurulmuş gayet muhteşem zîhayatlar ordusunu görüyoruz. Evet, Hayy ü Kayyum’un hadsiz ordularından, her bahar mevsiminde yeni silâh altına alınmış, gaybdan gelen taze bir ordu meydana çıkmış görüyoruz. Şu orduya bakıyoruz ki: Nebatat taifelerinden iki yüz binden ziyade ve hayvanat milletlerinden yine yüz binden fazla çeşit çeşit, muhtelif kavimler görüyoruz. Her bir milletin, her bir taifenin elbisesi ayrı, erzakı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı, silâhları ayrı, müddet-i askeriyeleri ayrı olduğu halde, bir Kumandan-ı A’zam, hadsiz kudret ve hikmetiyle ve nihayetsiz ilim ve iradesiyle, bitmez rahmetiyle, tükenmez hazinesiyle, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, karıştırmayarak, geciktirmeyerek, ayrı ayrı bütün o üç yüz binden ziyade milletleri ve taifeleri kemâl-i intizam ile, tamam-ı mizan ile, vakti vaktine, ayrı ayrı erzaklarını, ayrı ayrı elbiselerini, ayrı ayrı silâhlarını vererek, ayrı ayrı talimat yaptırarak, ayrı ayrı terhisat ettiğini, gözü bulunan, bilmüşahede görür ve kalbi bulunan, bi-ayne’l-yakîn tasdik eder.
İşte hiç mümkün müdür ki şu ihya ve idareye ve şu terbiye ve iaşeye, o orduyu bütün şuunatıyla ihata eden bir ilm-i muhitin ve o orduyu bütün levazımatıyla idare eden bir kudret-i mutlakanın sahibinden başkası karışabilsin, müdahale edebilsin, onda hissesi olsun? Yüz binler defa hâşâ!
Malûmdur ki bir taburda on millet bulunsa, ayrı ayrı teçhiz etmesi on tabur kadar güç olduğundan, âciz insanlar, ister istemez bir tarzda teçhize mecbur olmuşlar. Halbuki Hayy ü Kayyum, şu muhteşem ordusu içinde, üç yüz binden ziyade milletlere ayrı ayrı teçhizat-ı hayatiyeyi veriyor. Hem külfetsiz, müşkülâtsız, kolay bir tarzda, hafif bir şekilde, gayet hakîmâne ve intizamperverâne veriyor. Ve koca orduya bir tek lisan ile, "Hüvellezî yuhyî" [Hayatı veren ancak Odur.] dedirtip, kâinat mescidinde o cemaat-i uzmaya ["Allahü Teâlâ ki Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O Hayy ü Kayyum’dur. Onu ne uyuklama ve ne de uyku tutmaz… (ilâ âhir)" (Bakara Suresi: 255)] okutturuyor.
Mektubat, 20. Mektub,
2. Makam, YAN-2024, s. 282
LÛGATÇE:
bi-ayne’l-yakîn: görür derecede kesin olarak bilme, görür gibi bilme.
bürhan-ı a’zam: en büyük delil.
hâlık: yaratan.
Hayy ü Kayyum: her canlıya hayat veren ve onları ayakta tutan Allah.
hülâsa: bir şeyin özü, esası, temel kısmı.
iaşe: geçindirme, besleme, yedirip içirme.
mâye: maya, öz, asıl, cevher.
şuunat: keyfiyet ve hâller; işler, fiiller, faaliyetler.
zîhayat: hayat sahibi, canlı.