Medrese ortamları... Öğrencilerin; günahların her cihetten hücumlarına karşı, sığındığı ortamlar.
Bir medrese ortamında bulunmak herkese nasip olmuyor. Ayrı ev tutan ya da devlet yurtlarında kalan bir çok öğrenci, dışarıda günahların hücumuna maruz kalıyor.
Çok şükür ki medresede Risale-i Nur okuyarak, umumi sohbetleri dinleyerek, namaz sonrası tesbihatlarımızı yaparak kendimizi Risale-i Nur’un güvenli dairesinde buluyoruz.
Özellikle haftalık sohbetlere ve meşveretlere çok önem veriyoruz ve vermeliyiz de. Haftalık meşveretler; sorunlarımızı, isteklerimizi rahatça dile getirip çözümlemeye çalıştığımız bir toplantıdır.
Meşverette konuşulan konular, şahısların fikirleri ile yoğruluyor ve bu şekilde karara bağlanıyor.
En nihayetinde herkesin memnun edilmesi amaçlanıyor. Tabii ki bu kolay olmuyor. Her insanın farklı bir yapıya sahip olması, ortak bir noktada buluşmamız açısından zorluk teşkil ediyor.
Ayrıca farklı bölümler okumamız; ders saatlerinin farklılığı ve çalışma yoğunluğu açısından birlikteliği sağlamada zorluk oluşturuyor.
Geçen günlerde biz de medresemizde haftalık meşveretimizi yapıyorduk. Bir arkadaşımla bir konuda anlaşamadık. Gaflet hali olsa gerek ikimiz de görüşlerimizde çok ısrar ediyorduk. Oysa birimizin fedakârlık göstermesi, konuyu çözümleyecekti. Çok yorgun olduğumu hissediyordum. Gergin bir ruh hali ile meşveretten çıkmıştım. Moralim bozuktu. Ama sınav günü yaklaşıyordu. Çalışmam gerekiyordu.
Bu moralsizlikle nasıl çalışacaktım?
Risale-i Nur okumak aklıma geldi. Belki bir umut keyfim yerine gelebilirdi. Sayfaları karıştırıyordum. Karşıma tam da ihtiyacım olan satırlar çıktı. O satırlar şu şekildeydi:
“Aziz, sıddık, gayyur kardeşim!”
“Süleyman Efendi’den anladım ki, bazı hususî müşkilâta maruz oluyorsun. Sizin gibi metin insanlara sabır tavsiyesi zâiddir. Hizmetin kudsiyeti ve o hizmetteki zevk ve gayretindeki şevk, o acı hususî müşkilâta karşı gelir ve galebe eder tahmin ediyorum. Mümkün olduğu kadar aldırmamalısın. Kıymetdar, kusursuz bir malın dükkâncısı müşterilere yalvarmaya muhtaç değil. Müşterinin aklı varsa o yalvarsın.”
“Müşkilât çoğaldıkça ehl-i himmet fütur değil, gayret ve sebatını ziyadeleştirir. İnşâallah siz de öyle metin ve sebatkârlardansınız.”
Bu satırların ardından keyfim yerine gelmişti. Moralim bir nebze olsun düzelmişti. Konuyu daha sakin kafayla düşününce, gereksiz bir tartışmaya girdiğimi fark ettim. Konuyu, çok sevdiğim bir hocamla paylaştım. Onun fikirleri ile bu konuyu çözebilirdik belki de.
Bana, meşveret yapmanın zor olduğunu, ancak neticesinin hayırlı olduğunu söyledi. “Siz çoğunluğun aldığı kararı uygulayın” dedi. Ve insanlarla uğraşmanın zor olduğunu ve bunun bir imtihan olduğunu söyledi. Ardından Risale-i Nur’dan biraz önce karşısına çıkan şu cümleleri bana aktardı: “Farz-ı muhal olarak, Allah etmesin, eğer bizi parça parça edip öldürseler; emin olunuz, biz yirmi olarak öleceğiz, üçyüz olarak dirileceğiz. “
O anda moralsizlik adına hiçbir şey kalmamıştı. İçimde kıpırtılar hissediyordum. Yerimde duramıyordum.
Risale-i Nur’dan böyle şevk verici cümleler aldıktan sonra çalışmaya koyuldum. Gerçekten o an adeta şarj olmuştum. Risale-i Nur’un her derde deva olduğunu o an daha iyi anladım ve Allah’a binlerce kez şükrettim.
Allah bizi Risale-i Nur yolundan ayırmasın.