Şanlıurfa’nın Karaköprü ilçesinde ders notlarımı çıkarmak için bir kırtasiye dükkânına girdim.
Dükkân daha yeni açılmış olmalı ki, içinde çok fazla malzeme yoktu. Sabah saatleriydi ve dükkânda çalışan bir adam vardı. 30 yaşlarındaki o adama notları çıkartması için USB cihazını verdim ve o da yazıcıdan notları çıkartmaya başladı.
Bu arada onunla sohbet etmeye başladım.
Konuştuklarımızdan, onun dindar bir yapıya sahip olduğunu fark ettim.
Ben de konuyu Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nurlar’a getirdim.
Ona, Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nurlar’ı tanıyıp tanımadığını sordum.
Tanıdığını söyledi, ama yüzünde asık bir ifade vardı. Sebebini anlayamadım. Konuşmaya devam ettim.
Cuma günleri Risale-i Nur derslerimizin olduğunu söyledim ve onu dâvet ettim.
Ondan şu şekilde bir cevap alınca, az önceki asık yüzlü ifadesinin sebebini anladım:
“Ben bir cemaatin, bir çok dinî sohbetine katıldım. Ama şimdi, o cemaatin sohbetlerine katıldığım için bir şikâyet üzerine mesleğimden ihraç edildim. Diğer insanların bana bakışı değişti. Akrabalarımın, arkadaşlarımın bana karşı davranışları değişti.”
Bu sözleri söyleyince bir an duraksadım ve uzun bir sessizlik oldu.
Onun durumunu anlamaya çalıştım.
Adı malûm cemaatle anıldığı için, başına bütün bunlar gelmişti.
Ona göre cemaat kavramı çok vahim bir vaziyete girmişti.
Cemaat ve sohbet kavramları ona kötü şeyler çağrıştırıyordu.
Oysa cemaat demek yardımlaşma, dayanışma demek değil miydi?
Uhuvvet, birlik, kardeşlik kavramları cemaat kelimesiyle bütünleşmiyor muydu?
Niçin Risale-i Nur dersi denince onun aklına, kötü çağrışımlar geldi?
Oysa Risale-i Nur dersleri, Kur’ân hakikatlerinin dersi değil miydi?
Daha sonra, onun o anki ruh halini hissettim ve onun halini dikkate alarak sohbete devam ettim.
Kendisinin evli olduğunu ve 2 çocuğunun olduğunu söyledi. Kendisi ve eşi öğretmenmiş. Ve 15 Temmuz darbe girişiminden bir hafta önce bir bebekleri olmuş.
Ardından bir KHK ile bir günde işlerinden olmuşlar. Eşiyle birlikte bir sendikaya üye oldukları için ihraç edilmişler. Sağlık sigortaları iptal edilmiş.
Savunmaları alınmadan, sadece bir sendika üyeliğinden dolayı bir anda işsiz kalmışlar.
Konuşmaya devam etti ve şöyle söyledi:
“Sadece ben değilim, benim gibi bir çok mağdur var. Benden daha kötü durumda olan insanlar var. Ama bir çok insan bu haksızlıkları gördüğü halde tepkisiz kalmaya devam ediyor. Hatta Risale-i Nur okuyanlar bile sessiz kalmayı sürdürüyor. Buna şaşırıyorum.” dedi biraz öfkeli bir şekilde.
Şahısların hatalarını Risale-i Nur’a bağlaması zoruma gitmişti.
Bu sözlerinden sonra ona Yeni Asya cemaatinden bahsettim. Gazetemizin olduğunu söyledim ve hemen hemen hergün gerek yazılarla gerek manşetlerle ve bunlar gibi bir çok yolla adaleti, hukuku savunduğunu söyledim.
Yeni Asya cemaatinden bahsettikten sonra öfkesinin geçtiğini ve sakinleştiğini fark ettim.
“Evet, Yeni Asya’yı biliyorum. Hatta sosyal medyada da takip ediyorum.” dedi.
Ve devam etti:
“Maalesef Yeni Asya cemaatinin bu duyarlılığı yetmiyor. Tüm insanların aynı hassasiyete sahip olması gerekiyor. Üstad Bediüzzaman demiyor mu, zulme rıza zulümdür, diye. Neden bir çok insan sessiz kalıyor?” deyince şöyle cevap verdim :
“Ben Rabbimden ümitliyim. İnşâallah hak ve adalet yerini bulacaktır. Biz korkmadan adaleti savunmaya devam edeceğiz. “
Yaklaşık 2 saat boyunca konuştuk. Sonra vedalaştık ve oradan ayrıldım.
Ben bu konuşmalardan sonra şunlara dikkat çekmek istiyorum;
1) Bu insanlara önyargılı yaklaşmamalıyız. Eğer onlara çoğu medyanın yaptığı gibi direkt ‘suçlu’ damgası vurursak biz de zulmetmiş oluruz. Onları dinleyelim ve anlayalım.
2) Mağdurun yanında olalım ki, onları bir nebze olsun ferahlatalım. Çünkü onlar toplumda dışlanıyorlar. Biz mazlûmun yanındayız.
3) ‘Biz siyasete girmiyoruz.’ diyerek haksızlıklara karşı sessiz kalan bazı Risale-i Nur okuyucuları, insanlara Risale-i Nur’u yanlış tanıtıyorlar. Ve büyük mes’uliyet altına giriyorlar.
4) Haksızlıklara sessiz kalmak, ülkedeki hak, hukuk, adalet ihlâllerine kapı açıyor. Sessiz kaldıkça haksızlıklar artıyor.
5) O adama, adaleti, demokrasiyi savunan Yeni Asya cemaatini hatırlattıktan sonra nasıl da Bediüzzaman Said Nursî’ye ‘Üstad’ diye hitap ettiğini gördüm. Ve çok şükür ki, adaleti savunmanın ne kadar önemli olduğunu anladım.