Dünyada zalimler de çok, mazlûmlar da. Zulümler, adaletsizlikler her yerde mevcut.
Bizim de bir insan olarak en temel görevlerimizden biri, zulme karşı çıkmaktır. Bu bir insanlık görevidir. Müslüman olsun ya da olmasın, insanların hakları çiğnenmemeli.
Mademki, “Herbir dairede herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî bir vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, arasıra vazife bulunabilir.”
Öyle ise, büyük dairedeki vatan, millet, din namına yapılan haksızlıklara nasıl karşı çıkıyorsak; yanıbaşımızda olan, çevremizde gördüğümüz haksızlıklara da tepkisiz kalmamalıyız.
Nasılki kendimize yapılan bir haksızlığa karşı tahammülümüz yok, kendimizi avukat gibi savunuyoruz. Diğer mazlûmları da aynı şekilde savunmalıyız.
“Hakkın hatırı âlidir, hiçbir hatıra feda edilmez. Kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yalnız hak sağolsun.” demeliyiz.
Mehmet Âkif’in şu satırları manidar:
“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim.
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
‘Adam aldırma da geç git’ diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım.”
Evet, tepkimizi ortaya koyacağız. Ama bunu yaparken de ölçüyü kaçırmayacağız. Menfi hareketlerden sakınacağız. Mazlûmun yanında olacağız, ama zalime karşı da gereken tepkiyi göstereceğiz.
Amma hata eden, kul hakkı yiyen bir Müslüman’a karşı tepkimiz merhametle davranmaktır. Çünkü,
“Mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslâhına çalışır.”
Evet, Risale-i Nur’da dost, kardeş ve talebe mertebelerindeki en alt seviye olan dost mertebesinin şartlarından biri şudur ki;
“...Haksızlığa ve bid’alara ve dalâlete kalben taraftar olmasın.”
Biz ki kardeş olmayı, belki talebe olmayı hedefliyoruz. Haksızlıklara karşı elbetteki mazlûmun yanında olacağız.
Biz Yeni Asya cemaatiyiz. Biz mazlûmların sesiyiz.
Bizi korkuyla, rüşvetle, tehditle bu yoldan vazgeçiremezler.
Bizim için yalnız hak sağolsun, yeter.