Muhalif gazetelerin verdiği habere göre Kara Harp Okulu’nun mezuniyet merasiminde cami açılışını protesto etmek amacıyla merasim sonrası ayrıca bir araya gelip kılıçlı Kemalist’li alternatif yemin metni okuyan taze teğmenler hadisesi “şimdilik” nihayete erdi.
Takım, bölük ve tabur komutanlarında oluşan yaklaşık kırk kadar subay buradaki görevlerinden alınıp başka görevlere atandılar.
Yani yorgan gitti ve şimdilik(!) kavga bitti gibi görünüyor.
Hakikaten bitti mi ve bitmeli mi?
Eğer kavga askerî vesayetin kaldırılması kavgası ise devam etmeli ve sonuna kadar gitmeli. Ama askerî sistemi zaafa uğratmamayı da temel prensip yaparak.
Eğer kavga demokrasi kavgası ise kavga yine devam etmeli. Ama sadece askeriyeyle sınırlı kalmamalı ve sivile de teşmil edilmeli.
Biz bu konularda maalesef ümitli değiliz.
Neden?
Zira AKMHP cumhurunun başkanı Erdoğan bu konularda Devlet Bahçeli ekibine ve hatta Doğu Perinçek ekibine teslim olmuş durumda. Onlar da “de…” deyince demokrasiyi değil “devlet”i anlıyorlar.
İktidarla arası “iyi” sayılan bazı dinî cemaatlerin ileri gelenlerinin, “referanslarımız işe yarıyor, bizim gençlerden de subay alınıyor, Erdoğan iyi adam” demelerinin bu meselede hiçbir önemi yok.
Üstelik bu gençlerin çoğunun askeriyeye intisaptan sonra dindarlığını gizlediği ya da dindarlıktan uzaklaştığı nazara alındığında ümitlenmek için fazlaca bir sebep de kalmıyor.
Önemli olan askeriyenin demokratik yapıya kavuşması değil. Askerlik emir mesleğidir. Orada demokrasi işlemez ve işlememeli. (Bazı konularda bazı istisnalar elbette olur ama bu ayrı konu.).
Önemli olan, subayların demokrasiyi hazmetmiş kişiler arasından seçilmesi ve eğitim süreci boyunca da bu hazım kapasitesini zenginleştirmesi.
Bunun ilk şartı ise subay adaylarının sadakatinin “Erdoğan’a sadakat” değil, “devlete sadakat” temelinde yükselmesi.
Yoksa herkes biliyor ki mesele subayların dindarlaşması değil.
Ya da subayların dindarlığının görünür olması olmaması da değil.
Yanlış anlaşılmasın, biz bir subayın “ileriye hazırlık yapmak” adına dindarlığını gizlemesini doğru bulanlardan değiliz. Zira biz bu memlekette namazı gizleyerek İslam’a hizmet edilebileceğine inanmıyoruz.
Gizleyen, kendisi için, ailesi için, atılmamak için vs. gizliyor olabilir ve bunu da anlayabiliyor ve hatta anlayışla karşılıyoruz.
Defalarca yazdık, yine yazalım, askeriyenin içerisinde toplumun her sosyo-kültürel kesiminden ya da her inanç grubundan insanlar olur ve hatta olmalı. Ve üstelik bunlar kendilerini gizlemeye ihtiyaç duymayacak kadar özgür olmalı.
Ama günün sonunda o subayların hiyerarşik bağı, komutanına karşı bağlılık biçiminde olmalı.
Bir şeyhe, hocaya, alime, ideoloğa … gönül bağı ile bağlı olmak kötü değildir.
Kötü olan, bu tür bağlılıkları olanların askerî hiyerarşinin işlemesine engel olması ya da bu gönül bağlarını kışlada bir ayrımcılık sebebi yapması.
Zira devlet adalet ve liyakatle ayakta durur.
Liyakatin en çok gözetilmesi gereken yerlerin başında da askeriye gelir.
Merhum Demirel’in “camiye, kışlaya, okula siyaset girmemeli” sözü kıymetli ve ehemmiyetlidir.
Yoksa, “insanlar bir dine, mezhebe, meşrebe, cemaate, idealler sistemine bağlı olmasın” demek “ot gibi ya da robot gibi yaşasınlar” demektir.
Ki bu eşyanın tabiatına yani insanın fıtratına aykırıdır.