“FETÖ/PDY davaları” kapsamında AİHM’in “insan hakları ihlali var” dediği Yüksel Yalçınkaya kararı ile “insan hakları ihlali yok” dediği “Şaban Yasak kararını mukayese ettiğimiz son yazımızı şu cümlelerle bitirmiştik:
“Yıllardır yazdığımız gibi, cemaat mensubiyetini gösteren delillerle terör örgütü üyeliğinden ceza verilemez. Yüz binlerce karar bu sebeple hatalı. Yalçınkaya kararı ile AİHM de söyledi. Bu yeni AİHM kararında ise, ceza, cemaat mensubiyetinden verilmemiş. Aksine,kopya çektirerek askeri okullara öğrenci yerleştirmek gibi ağır ve somut bir suç isnadı var ve cemaat mensubiyetini gösteren deliller bu somut suçun maksadını göstermeye yardımcı oluyor. O halde deliller doğruysa karar da doğru.”
Yazımız sosyal medyada yayıldıktan sonra neden “deliller doğruysa” şeklinde bir şerh düştüğümüzü merak edenler olmuş.
İzah etmeye çalışalım.
Sadece bu karar hakkında böyle demedik. Benzeri bütün olaylarda da böyle dedik, diyoruz ve demeye devam edeceğiz.
Zira biz dosyanın kapsamını bilmiyoruz. Delilleri biz tartmadık, tartışmadık. Somut dava hakkında karar vermemiz gerekmez. Zira hükmü hâkimler verdi ve verecek. Allah onlara kuvvet, basiret ve feraset versin.
O hâkimlerin hakikaten objektif delillerle karar verebilen hâkim mi yoksa korku piyonu ya da emir kulu mu olduğu da önemli. Bu kısmı geçelim.
Bir de Said Emre Dağ adlı okuyucumuz Yeni Asya’da yazımızın altına yazdığı yorumda “sendikadan, bankadan dolayı işlem yapılanlar geri döndüler, zaten sadece bağış, kurban, dersane bağlantısına işlem yapılmadı” demiş.
Bu yorumuyla Sayın Dağ’ın “yapıldığını duymadım ya da görmedim” demek istediğini varsayıyoruz.
Birincisi kendisinin duymamış-görmemiş olması, kendisinin bilgi alanının dışında kalan dünyada bunların olmadığı anlamına gelmez.
İkincisi bir parça inceleyip takip ederse görecektir ki bu davalarda verilen mahkûmiyet kararlarının büyük çoğunluğu bu şekildedir. Yani “cemaat eşittir terör örgütü” hatalı formülüyle ve cemaat mensubiyetini gösteren deliller suç örgütü üyeliğine gerekçe yapılarak ceza verilmiştir. Zaten AİHM’nin önünden geçen ve bundan sonra geçeceği anlaşılan binlerce davanın pilotu durumunda olan Yüksel Yalçınkaya kararı da bunu söylemektedir.
Keşke Sayın Dağ’ın dediği gibi olsa. Yani somut suç isnadı ve isbatı yapılmadan ceza verilmiş kimse olmasa ya da bunlar “arada kaçan, istisnai nitelikte” kararlar olarak kalsa.
Aksine, maalesef somut suça dayalı yargılamalar istisna. Tahminimizce en az yüzde doksanbeşlik kısmında somut suç isnadı yok.
Ve daha da önemlisi, hep yazdığımız gibi, siyasi ayağı da olan suç nevindenişlerde yani AKP siyasetçisi ile ortak işlenen çok sayıda somut suç rivayetlerindemaalesef işin üzerine gidilmedi. Zamanında davalar açılmadı. Zamanaşımı doldu dolacak!
Bu davaların sosyal algısını güçlendirmek için kurulan medya tezgahında örülen “kapatılan Turgut Özal Üniversitesindeki gizli odadan ÖSYM’ye gizli kopya hattı varmış” gibi akla ziyan örtüler ya da “işaretli bir dolarlar” absürtlüğü, bu davaları bu şekilde kurgulamış olanların hedefi tutturmasını sağlamakta “işe yaradı” ama bunların gerisi gelmedi, unutuldu gitti.
Olan, haksız cezadan kaçmak için ülkeden kaçana, kaçmayıp ya da kaçamayıp ceza alana, bunların eşine dostuna oldu. Mahkemede beraat edenlerin, üzerlerindeki damgayı silebilmek için kendisini toplum nezdinde de aklamak maksadıyla giriştiği gayret ve yapıp ettikleri ise muktedir siyasetin yanına kâr kaldı.
En çok da olan “cemaat kavramı”na oldu.
Bu zararlarda kusurun büyüğü hangi tarafta?
Biz kalbimizi hükümden uzak tutmaya çalışıyoruz zira nihai hükmü Allah verecek!
Biz şunu ya da bunu değil, cemaat kavramının hukukunu korumakla meşgulüz.