Danimarka başbakanı, ülkesini infiale sokacak bir paylaşımda bulunmuş.
Muhtemelen bunu yaparken “ne yapayım da ülkemi infiale sokayım?” diye düşünmemiştir, infiale girmeye teşne birileri, paylaşımı kendine göre yorumlayıp bunu bazılarının ağzının payını verme fırsatı olarak görmüştür.
Olayın özeti şu: Evinin mutfağında yemek hazırlarken çekilmiş fotoğrafının altına yorumlar yağmış, insanlar farklı tepkiler vermiş ve ufaktan bir kutuplaşma olmuş. Fotoğrafta bir kesme tahtasının üzerinde doğranmış tavuklarla sebzelerin bir arada bulunması tartışmayı doğurmuş. Tavuk kesilen tahta ve bıçak temizlenmeden aynı bıçakla o tahta üzerinde sebze doğranır mı, doğranmaz mı diye.
Efendim, tavuk kesiminde kullanılan bıçak üzerinde çeşitli bakteriler bulunabileceğini, yıkanmamış aynı bıçak sebze kesmekte kullanılırsa bakterilerin sebzelere de bulaşacağını hatırlatanlar olmuş. Adeta, Ahmet Kaya şarkısındaki gibi: “N’eylersin ki çember daralmakta, ‘yasalmonella’sıyla bir bakteri grubu yaklaşmakta... Başın belada!” diye uyarmışlar. Buradan yola çıkarak başbakanı sorumsuzlukla suçlamışlar.
Neyse ki, başbakan hanım sonradan bir açıklama yaparak endişe edecek bir durum olmadığını, kesilen sebzelerin tavukla beraber aynı tencerede piştiğini, kesim sonrası bıçak ve tahtanın yıkandığını söylemiş. İnfialin, sansasyonun ve derdin büyüklüğüne bakar mısınız? Doğranmış sebzelerin salatada kullanıldığı bilgisi teyit edilirse bir istifanın gelmesi işten bile değil. Herhalde hiçbirimiz de şaşırmayız böyle bir habere.
Bıçakla yapılan kesim ne kadar önemliyse, halkı farklı kesimlere bölmek daha önemlidir. Yapılacak işlem basittir; toplumu bölecek bir tartışma başlat (kendiliğinden başlasa daha iyi tabii), kendi taraftarlarını gaza getirecek açıklamalarda bulun, karşındaki herkesi hainlik ve teröristlikle suçla! Muhaliflerine iftira atmaktan çekinme, yalan ne kadar büyük olursa inananı da o kadar fazla olur. Bu metotla yeni taraftarlar edinmek garanti olmasa da, mevcutların sadakati pekiştirilmiş olur.
Danimarka halkı olarak böyle toplum mühendisliklerine alışık olmayabilirler. Danimarkalı siyasetçilere acizane tavsiyem şu olacak: Bakteri üzerinden gelişen bu tartışmaları siyasi alana taşıyıp olayları büyüterek oylarını sağlama alabilirler. “Beka” temelli bir kutuplaşma başlatmak pekâlâ mümkün. Bakterinin insanları ve dolayısıyla ülkeyi yok edeceği riskini düşünüp bu ihtimalden korkanlar grubuna bir isim bulmak gerekirse “Bacteria”(bakteri) ve “terrified”(korkmuş, dehşete düşmüş) kelimelerini birleştirip “bacterrified” diyebiliriz. Bu gruba dahil olmayan herkesi de “bak teröriste!” manasında “bakterörist” diye isimlendirdik mi tamam. Çarpıştır grupları ve seyreyle gümbürtüyü...
Bizde de, varsa, yoksa havadan sudan meseleler... Neymiş efendim, altın madeninde meydana gelen göçük sonrası havaya ve suya siyanür karışmış olabilirmiş. Böyle bir şey olabilir mi? Buna müsaade etmemiz mümkün değil. Kapı gibi ÇED raporu vermişiz oraya. “Madem ÇED raporu var, neden heyelan oldu?” diyorlar. Yahu, “ÇED’din deden, neslin baban” zamanında verilmiş raporun şimdiki heyelanla ne alakası var? Fırat kenarında ölü balıklar gördüğünü söyleyenler oldu. Nehrin ilk sabıkası değil ki bu, Fırat bunu hep yapıyor. Türküsü bile var:
“Şu Fırat’n suyu akar serindir
Ölem ölem derdo ölem, akar serindir
Yarimi götürdü (anam) kanlı zalimdir
Ölem ölem kanlı zalimdir”
Allah, siyanür meselesini Danimarka gibi tartışmaktan bizi korumuş, verilmiş sadakamız varmış...