RAMAZAN HÂLLERİ - OSMAN ZENGİN |
Rabbimize kavuşmaya denk sevinç: İftar Allah Resulü (asm) öyle buyuruyor: “Oruçlunun iki sevinci vardır. Biri iftar yaptığı zaman, diğeri de Rab’bine kavuştuğu zamandır” diye. Düşünün; oruçlu Müslüman, akşama kadar tarlada çalışmış, acıkmış, susamış. Hele iftara yakın, dudakları çatlamış, tabiri caizse susuzluktan ölüyor. Öyle ki, açlık bile aklına gelmiyor. İftar sofrası da hazır, buz gibi su gözünün önünde sürahide duruyor, buzdolabından yeni çıkmış, sıcak ortama girince, nemlenmeye başlamış, sürahinin kenarından billur gibi sular sızmakta. Ama ne mümkün! Elini bile süremiyor, sadece bakıyor. Ne zaman ki emir geliyor, “Allah-u Ekber!”, o zaman daha iyi anlıyor Allah’ın büyüklüğünü. “Ya Rabbi! Bu mülk, bu nimetler hep Senin. Senin emrin, müsaaden olmazsa, biz yiyemiyoruz, içemiyoruz işte, öyle aciziz. Emrine mûtîyiz, itaatkârız. Sana tâbiyiz. Bizleri affet, Senin emrine uyarak aç, susuz bekleyen bu aciz kulunu, Sana kavuşma günündeki sevinçle bir tuttuğun bu iftar hürmetine, Cennetine dahil et, Cemalinle müşerref eyle! Âmin” diye duâ ediyor. Gerçekten de, böyle bir şeyi kim yapabilir? Adeta, ‘Küçük dağları ben yarattım’ (hâşâ ve kellâ) havasında olan aciz ve enaniyetli insanı, yola hiçbir şey getiremiyor. Allah; onun, mevhum (kendisine göre öyle zannettiği) rububiyet dâvâsını kırmak, ona haddini bildirmek için her türlü azap, ıztırap çektirse de aldırmıyor. Ama mübarek Ramazandaki oruç, açlık terbiyesi ancak onu kendine getiriyor. Enesi kırılıyor, Rabbinin aciz bir kulu olduğunu anlıyor. Sair vakitlerde; bal, baklava, kebapla dahi tatmin olmayan nefsi, iftara yakın, “Bir parça kuru ekmek bulsam da, açlığım gitse” diyecek hâle geliyor. Evet, baştaki çok büyük Peygamberî (asm) müjdeye nail olabilmek için, sırf Allah rızası için, ihlâsla oruç tutmalıyız ki, iftarda birinci, sonra da Rabbimize kavuştuğumuzda ikinci sevincimizi tadabilelim İnşaallah! |
11.09.2009 |