Ramazan |
Ramazan bahardır |
Semâyı kuşatan bulutların, kasvetli karanlığının ardından doğan güneş, nasıl iç ısıtır, gönül aydınlatırsa; uzun karakışlardan sonra gelen bahar da öyle sevindirirdi bizleri. Usandığımız, sıkıldığımız, bunaldığımız zamanlarda gelirdi Ramazan. Aç ruhlara taze gıda gibi, yaralı yüreklere derman gibi. Hasretle beklenen müjdeci bir misafir heyecanıyla, aşkla, şevkle riyasız “Merhaba”larla karşılanırdı on bir ayın sultanı. İlk teravihle başlayan heyecan ve ilk sahurun mahmurluğu, sonraki günlerde yaşanacak eğlencelerin habercisiydi. Köydeydik. Bizim Ramazanlarımızda direkler arası, meddah, Karagöz yoktu. Horoz şekerlerini de bilmezdik. İftar ve sahurlarda yediklerimiz hemen hemen her günün aynısıydı. İftarlardan önce bataryalı radyodan ney sesli iftar programı dinleme, ardından acele okunan akşam ezanı ile birlikte kaşık çaldığımız çorbalar... Diğer zamanlarda rastlanmayan sıklıkta mevlidler okunurdu köy camiinde. Sonunda dağıtılacağını bildiğimiz şerbet ve lokum için oyuna ara verip gittiğimiz mevlidler ve çok uzun süren teravihlerde yorulmamız bile, daha çocuk yaşta tattığımız manevî lezzetti. Yerli imamımızla birlikte İslâm Enstitüsü’nde okuyan hafızlardan Kur’ân, mevlid ve İlâhi dinlemek (anlamını bilmesek de) ayrı bir zevkti, tıpkı heyecan ve huşû ile getirilen salâvatlar gibi. Bizim Ramazanlarımızda zenginlerin katkılarıyla düzenlenen toplu iftarlar olurdu köy odalarında. Şimdinin zengin mönüsü olmasa da, yapılan sohbetler anlatılan hatıralar tatlıydı. Bayramdan önce ayrı bir telâş başlardı köyün çocuklarında. Arefe gecesi ev ev dolaşılacak, kete-çörek, yumurta, yağ ve bulgur toplanacak; bayram günü öğle vaktinde toplanan yumurtalar, içine soğan kabuğu atılmış suda kaynatılarak kınalanacak, tereyağlı bulgur pilavı yapılacaktı hep birlikte yemek için. Bayram sevincini bir gün öncesinden yaşamamızı sağlayan, gruplar halinde karanlık köy sokaklarında, evlerin kapılarını çalarken hep bir ağızdan söylediğimiz: “Arafa geceleriiii dolanır bacaları. Çatma çatma çatmaya, çatma yere batmaya. Kete çörek vermeyen rahat rahat yatmayaaaaa” nakaratı idi. Mevsimlerin en özleneni, en sevimlisiydi bahar. Ferahlıktı. Çayır-çimendi, meyveye duracak ağaçların dallarındaki çiçekti. Donukluğun buharlaşmasıydı bahar, toprağın yumuşamasıydı eski cömertliğine kavuşmak için. Beyazın yeşile, yeşilin renk cümbüşüne dönüşmesiydi günbegün. Bambaşka bir âlemdi Ramazan. Gecesinde gündüzünde, her ânında ılık meltemlerin estiği, bir şefkat ve merhamet mevsimiydi. Ramazan her daim bahardır gönlümüzde. Yeniden, sevinçli başlangıçlar için. Usandığımız, sıkıldığımız, bunaldığımız bir zamanda geldi Ramazan. Aç ruhlara taze gıda gibi, yaralı yüreklere derman gibi. Katılaşmış donmuş duygularımızı eritecek bahar güneşi gibi. Hoş geldin hasretle beklenen müjdeci, “merhaba”. |
NADİ AKSOY 22.08.2009 |