“Güçlü kimse insanları güreşte yenen değil, öfke ânında kendisini zapteden, iradesine hakim olan kimsedir.” (Buharî, Kitabu’l-Edeb)
Sinirleriniz, sigorta misâli atmış, yüzünüzden alevler fışkırırken, kulaklarınızda kendi sesiniz azamî bir desibel değeri taşırken... Eşinize, çocuğunuza veya anne babanıza karşı bağırıp çağırırken... Öfkenin güçlü ve zalim kollarında kendinizi buluveriyorsunuz. Adrenalinizin yükseldiği o doruk nokta sona erince, her şey birden süt liman oluveriyor. Ama bu sefer de, içinizi bir pişmanlık duygusu sarıp sarmalıyor, acımtırak bir tat dilinizi damağınıza yapıştırıyor. Vicdanınız sızım sızım sızlıyor. Nasıl böyle yapabildim sorusu başınızı zonklatıyor. Fakat her şey oldu bitti... Ve geriye dönüş yok artık! Böylesine zor, güçlü ve zalim bir hâlet-i ruhiye olan öfkeden kurtulabilmek, onunla baş etmek, onun hâin kollarına yenik düşmemek her babayiğidin harcı değil... Gönüller öyle kolay kolay mükemmelliğe ulaşabilmiş değil...
Nefsine hâkim olup, gerçekten kavî bir imana sahip olan kimse öfkesine hakim olabilir. Bir oyunda, dövüşte sergilenen güç, başarı, gerçek güç sahibinin kim olduğunu göstermez. Asıl başarı ve kuvvet, beynin gadabî duygulardan arınıp, bir su misâli rahat ve berrak olduğu anlarda kendini gösterir.
Öfkeye dur diyebilmek bizi başarıya götürür. Çünkü biliriz ki kontrolsüz güç, güç değildir. Sahip olduğumuz duyuları kendimiz dilediğimiz gibi yönlendirdiğimiz noktada güç bizdedir. O halde mükemmel insan olma arzusunu gerçekleştirebilmek için duygularımıza yenik düşmekten uzak durmalıyız. Öfkenin zararlarından korkup kendimizi huzur ve sakinliğin kollarına atmalıyız. Böylece dünya üzerindeki saadet kapıları bize açılarak, mutlu bir insanlığa yelken açabileceğiz.
Galeyana gelip, öfkesine yenik düşen kullardan ırak olmak duâsıyla...
|