İstanbul mizahının başında gelen Muhsin merhum, bir akşam Deli Fuad Paşa’nın konağına iftara gider. Top zamanı yaklaşır, sofraya oturulur. Biraz sonra top atılır, oruç bozulur. Herkes iki türlü peynir, iki türlü zeytin, dört türlü reçel, kandil çöreği, kazan yağlı simitle giriş yapar, arkasından çorba gelir.
Paşa ev sahibi olmasına rağmen riyaset eylediği için, evvelâ kendisine takdim edilir. Fuat Paşa bir kaşık alır, “Bu ne?” der. “Böyle çorba mı olurmuş! Götürün bu çorbayı, o ahçı olacak kerataya verin de kendisi içsin!” Çorba gider. Onu takiben hindi ciğeri ile yapılmış “Enderun yumurtası” gelir. Paşa bundan da tadar tatmaz gürler… Bîçâre dâvetliler yutkunurlarken gelen börek baklava da aynı akıbete uğrar.
Deli Fuat Paşa’nın kötü dediğine iyi demek kimin haddine düşmüş! Herkes açlıktan guruldayan karnını dinleyerek neticeyi bekler. Nihayet sofracılar pilâvı getirirler. Paşa kaşığı daldırır… “Allah kahretsin” der, “Böyle pilâv…”
Pilâvın başına gelecekleri anlayan Muhsin, hemen yerinden fırlar, paşayı etekler.
“Efendimiz!” der, “Sofraya oturduk oturalı bütün yemekleri ahçı bendenize ihsan buyurdunuz. Lutf-u ihsanınızı bu kulunuza da teşmil buyurarak şu pilâvı da bana buyurmaz mısınız?”
Başta Fuad Paşa olduğu halde bütün dâvetliler kahkahayı basar…
|