06 Ekim 2014, Pazartesi
Ecnadeyn Muhârebesi
Hz. Peygamber (sav), Suriye ve Filistin topraklarının biran önce fethedilmesini ve geçmiş peygamberlerin kıblesi olduğu gibi İslam’ın da ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’nın layık olduğu değere kavuşturulmasını arzuluyordu. Nasıl arzulamasın ki; ilahi emirle bir gece (İsra veMi’râc) bineklerin en hayırlısı olan Burak’ın sırtına bindirilerek Mekke’den Mescid-i Aksa’ya getirilmişti. Beytülmakdis’e varınca; Burak’ı Peygamberlerin bineklerini bağladığı halkaya bağladıktan sonra, sağ taraftan girdiği mescitte iki rekat namaz kılmıştı. Akabinde ise; Hz. İbrahim, Hz. Musa Hz. Dâvud, Hz. Süleyman ve daha bir çok peygamberin namaz için kendisini beklediğini görmüş ve onlara imam olup namaz kıldırmıştı. (1)
Mescid-i Aksa’da peygamberlere namaz kıldırmış olması, kutsal beldenin bayrağının İslama teslim edimesi anlamındaydı. İşte bu yüzden, Usâme bin Zeyd komutasında bir fetih ordusu hazırlatmıştı. Ancak mübârek ömrü bunu gerçekleştirmeye yetmeyecek gibiydi. Allah’ın en sevgili peygamberi olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam, “Her nefis ölümü tadacaktır” âyetinde belirtildiği gibi ölüm döşeğine yatmış, Azrâil’in (as) ziyaretini bekliyordu.
Topraklardan önce gönülleri fethetmiş olan Mekke Fatihi Hz. Muhammed (sav); son nefeslerini soluduğu halde, Mescid-i Aksa’yı İslama kavuşturma arzusunu yüreğinde taşımaya devam ediyor; mübârek kara gözleri hep kuzeye doğru kayıyordu... Ruhların en temizini taşıyan Hz. Peygamber’in (sav) yanı başında bulunan sahâbeler ise Rasûlullah’ın (sav) bu halinden fetihlere devam edilmesi gerektiğini anlamışlardı...
Hicretin 11. senesi, Rebiülevvel ayının on ikisi, Pazartesi gününe (8 Haziran 632) denk gelmişti. Altmış üç yaşında olan Peygamber Efendimiz mübârek başını Hz. Âişe’nin göğsüne dayamış bir halde ve mübârek dudaklarından “Lâ ilâhe İllallah” dedikten sonra, gözlerini evin tavanına dikti. Ve, “Allah’ım! Refik-i Alâ” cümlesini tekrarlaya tekrarlaya vefat etti.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam vefat etmeden önce “Ebû Bekir’e söyleyiniz, mü’minlere namaz kıldırsın” diye buyurmuştu. Buna binaen; Sahâbe-i Kiram, Rasûlullah’ın (sav) çok sevdiği arkadaşı Hz. Ebubekir’e (ra) biat edip kendisini Halife olarak seçtiler. Halife seçilen Hz.Ebubekir (ra), Rasûlullah’ın açmış olduğu cihat yolunda devam etti ve ilk işi peygamberlik iddiasında bulunanları tasfiye etmek oldu. Daha sonra, Rasûlullah’ın (sav) Suriye ve Filistin topraklarının fethedilmesi arzusunu yerine getirmeye koyuldu.
Hicri 12. Yılın Şubat ayında veya 13. Yılın Mart ayında, 7500’er kişilik kuvvetlerle Amr b. Âs’ı Filistin, Şürahbîl b. Hasene’yi Ürdün, Yezîd b. Ebû Süfyân ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı Suriye üzerine gönderdi. Yezîd b. Ebû Süfyân, Ölüdeniz’in güneyinde Vâdi’l Arabe’de Sergios kumandasındaki Bizans ordusunu mağlûp etti. Amr b. Âs ise kısa sürede Güney Filistin’i fethederek Gamrülarabât’a indi. Beklemediği bir zamanda, Müslümanların âni hücumlar yaparak başarılı sonuçlar almaları üzerine telaşa kapılan Bizans İmparatoru Herakleios, 80.000 kişilik bir orduyu harekete geçirdi. Bizans kuvvetleri Kuzey Filistin’e kadar ilerleyerek Cillik mevkiinde karargâh kurdular. Diğer taraftan, güçlü Bizans ordusuna karşı koymanın zorluğunu anlayan Amr b. Âs, Hz. Ebubekir’den yardım göndermesini istedi. Bunun üzerine, Ebû Bekir o sıralar Irak’da bulunan Hâlid b. Velîd’e haber göndererek İslam ordusunun yardımına gitmesini emretti.
Acele olarak kuvvetlerini toplayıp yola koyulan Hâlid b. Velîd, Şam’ın güneyinde yer alan Mercirâhit’e vardı. Buradaki Bizans birliklerini yenilgiye uğrattıktan sonra (23 Nisan 634) güneye yönelerek Busrâ’da bulunan Ebû Ubeyde, Şürahbîl ve Yezîd ile buluştu. Kısa bir kuşatmadan sonra Busrâ barış yoluyla ele geçirildi. Hâlid b. Velîd’in kumandası altında birleşen İslâm ordusu kuzeye doğru ilerlemeye başladı. Bizans ve İslam ordusu, Kudüs’ün batısında Remle ile Beytü’l Cibrîn arasındaki Ecnâdeyn mevkîsinde karşı karşıya geldi. Kavurucu Temmuz sıcağına rağmen; Hâlid b. Velîd komutasında kahramanca çarpışan İslâm ordusu, silah ve asker bakımından kendilerinden kat kat kuvvetli olan Bizans ordusunu mağlup etmeyi başardı. (28 Cemâziyelevvel 13/30 Temmuz 634). (2)
Yermük Savaşı
Hz. Ebubekir’in (ra) vefatı (26 Ağustos 634) üzerine Halife seçilen Hz. Ömer (ra), cihad bayrağını Rasûlullah (sav) ve Hz Ebubekir’in (ra) bıraktığı yerden teslim aldı ve Suriye ve Filistin üzerine doğru akınlara devam edilmesi emrini verdi. Böylece; Şam, Hums, Şeyzer, Ba’lebek, Maarra, Lazikiyye,Maraş, Urfa şehirleri fethedildi.
Halid bin Velid komutasındaki İslam ordusu Bizans ordusuna karşı zafer kazanmış olmasına rağmen, Halife Hz. Ömer (ra), stratejik bir değişiklik yaptı ve İslam ordusu başkumandanı Halid b. Velid’i görevden azlederek yerine Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ı* atadı. Hakikat şu ki: Her iki komutan da makam ve şöhret peşinde olmadıkları için, görev değişiminde itaatkâr birer er gibi davranmışlar, Emîrü’l Mü’minin’den gelen emri yerine getirmişlerdi. Rasûlullah’ın (sav) terbiyesinden geçmiş olan bu yüce insanlar için; er olmak, kumandan olmak veya başkumandan olmak fazla bir değer taşımıyordu. Onlar için önemli olan; ihlasla Allah yolunda savaşmak, mükâfaatı ise Allah’dan beklemekti. İşte almış oldukları bu terbiye yüzünden olsa gerek, Suriye ve Filistin topraklarını fethetme yolunda ilerleyen İslam Ordusu Başkumandanı Ebu Ubeyde b. Cerrah, Halid b.Velid’i yanından hiç ayırmamış, kendisine sık sık danışmıştır. İki güzîde sahabinin bu dayanışması, büyük zaferlerin ve fetihlerin esası olmuştur..
Bu arada; birçok mevkide Müslümanlar karşısında yenilmiş olmayı hazmedemeyen Bizanslılar, güçlerini toparlayarak Şam yakınlarındaki Fahl düzlüğüne asker yığmaya başlamışlardı. Haberi alan İslam ordusu da bölgeye gitti. Kıyasıya yapılan savaş sonucunda (635), askeri kuvvet olarak iki kat fazla olmalarına rağmen, “Seyfullah/ Allah’ın kılıncı” ünvanına sahip olan Halid b. Velid komutasındaki İslam ordusuna yenildiler…
Bizanslılar peşpeşe hezimete uğradıkları halde pes etmiyorlardı. Çünkü; Müslümanların yaptığı yoğun akınların Kudüs’e kadar varacağını ve neticede Kudüs’ün fethedileceğini sezmişlerdi. Bu fetihe engel olmak için Ürdün nehrinin kuzey doğusuna düşen Yermuk mevkiine asker yığmaya başladılar. Bu haberi alan Başkumandan Ebu Ubeyde b. Cerrâh, Bizans ordusuna karşı savaşacak olan İslam ordusunun komutanlığına Halid b. Velid’i getirdi.
Halid bin Velid savaş öncesinde askerlerine şöyle bir nutuk irad etti: “Bu, Allah’in savaşlarından bir savaştır. Bunda övünmemek ve taşkınlık yapmamak gerekir. Cihadınızı ihlasla yapın. Yaptığınız bu işlerle de Allah’ın rızasını amaçlayın. Bu öyle bir savaştır ki, sonucu bugünkü davranışınıza bağlı olacaktır. Eğer bugün düşmanı hendeklerine itersek, onları devamlı surette geriye doğru itebiliriz. Eğer onlar bizi yenilgiye uğratacak olurlarsa, artık ebediyen iflah olmayız. Gelin komutanlığı nöbetleşe alalım. Bugün birimiz, yarın bir başkası, öbürgün bir başkası komutan olsun. Böylece, hepiniz komutanlık yapmış olursunuz. Yalnız bugün komutanlığı bana verin.” (3)
Bunun üzerine; Halid bin Velid komutasında hareket eden 36 bin kişilik İslam ordusu, Bizans İmparatoru Heraklius’un kardeşi Thedoros komutasındaki 120 bin** askerden oluşan muazzam orduyla Yermuk’da karşılaştı. Neticede, Rumlar, Slavlar, Ermeniler, Gürcüler, Hıristiyan Araplar, Ruslar, Sâsaniler, vs..pek çok ırktan oluşan Bizans ordusu karşısında amansız çarpışan Müslümanlar, tarihin dönüm noktası sayılabilecek olan çok parlak zafer elde edip, Kudüs’ün fethi önündeki tüm engeller kaldırmış oldular. (20 Ağustos 636) Evet; Asurlular, Bâbilliler, Yunanlılar, Persler, Bizanslılar tarafından yüzyıllardır kana bulanmış olan barış şehri Kudüs, Müslümanlar tarafından fethedilmeyi sabırsızlıkla bekliyor ve Rasûlullah’ın (sav) arzuladığı o şanlı fetihe doğru el sallıyordu!
Dipnot:
1-Bkz: “Sirâcül Vehhâc fî İzdivâc el- Mi’râc” sh: 24
2-Bkz: Diyanet İslam Ansiklopedisi 10. Cilt sh: 385 3-İbn Kesîr “ el-Bidâye ven-Nihâye” 7.Cilt Birinci Bölüm sh: 2740
*Rasûlulah (sav) Ebu Ubeyde bin Cerrâh’ı şöyle övmüştür: “Her ümmetin bir emîni (güvenilir insan) vardır; bu ümmetin emîni de Ebu Ubeyde b. Cerrah’tır.”
**Yermuk savaşında karşı karşı gelen iki ordunun adedi konsunda farklı görüşler mevcuttur. Bizans kuvvetlerinin 50 bin, 80 bin,120 bin, 100 bin veya 250 bin olduğu; İslam ordusunun ise, 24 bin, 36 bin veya 46 bin olduğu ileri sürülmektedir.
Okunma Sayısı: 8844
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.