"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hıttin Zaferi

Suna DURMAZ
19 Eylül 2014, Cuma
İslâm topraklarında zehirli bir ot gibi biten Haçlıların sonu hezimet olmuş ve Salâhaddin’in yıllardır hayal ettiği zafer nihayet gerçekleşmişti. Hiç kuşkusuz ki; bu zafer; mâhir bir komutan olarak Salâhaddin’in başarısı olduğu kadar, aynı zamanda da İmadeddin Zengi ve Nureddin Zengi’ye âitti. Çünkü; Kudüs Fethine giden Hıttin Zaferi’nin fikrî, siyasî ve askerî alt yapısını onlar kurmuştu.
Haçlıların nabzını yoklamak amacıyla Akka üzerine gönderdiği keşif birliği  başarıyla geri dönünce, Salâhaddin Eyyûbi 1187 Mayıs ayında Tabariyye’nin doğusuna düşen el- Aştara mevkîsine asker yığdı. Burada fetih ordusunun düzenini ayarladı ve 200’er  askerden oluşan bölükler (atlâb/ ketîbe) oluşturup başlarına birer bölükbaşı verdi. (1)                                    
Buna göre, ordunun sağ kanadına yeğeni Takıyüddin, sol kanadına Gökböri, kendisi de orta kuvvetlere komutanlık yapacaktı. Yola koyulan Fetih ordusu 26 Haziran 1187’de Tabariyye’nin el-Uhuvana mıntıkasına vardı. Salâhaddin’in Kudüs üzerine yürümek için büyük bir ordu hazırlattığını duyan Haçlılar, Sur şehri Patriğini Trablus Kontu Raymond’a göndererek Kudüs Kralına  tâbi olmayıp Müslümanların geçişine izin verdiği için kilisenin kendisini cezalandırdığını ve eşinden boşatacağını bildirdiler. Ciddî bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını gören Raymond, Kral Guy of Lusignan’ın yanına gidip biat etti. Sonra da askerlerini Kudüs kuvvetlerine kattı.                                          
Diğer taraftan, Salâhaddin Eyyûbi büyük haçlı ordusunu kendisine doğru çekmek istediğinden, tuzak olarak Tabariyye’ye saldırdı ve kısa süre içinde şehri fethetti. Çok muhkem olan Tabariyye kalesi ise ele geçirilemedi. Kuşatma esnasında kalede bulunan Raymond’un eşi Kontes Eschiva, Taberiyye’nin Müslümanların eline geçtiğinin haberini Kudüs’e ulaştırdı. Bu haber üzerine Kudüs’de bir savaş konseyi oluşturuldu. Konseyde şu iki görüş öne sürülmüştü:
1- Raymond ve bazı kontlar, Haçlıların bulunduğu Safuriyye mevkîsinin iyi korunmuş bir mevkî olduğunu buradan ayrılıp susuz toprakları geçerek Salâhaddin üzerine gidilmesinin hezimetle sonuçlanacağını dile getirdiler. Bu görüşü savununlara göre, mevsim yaz olduğundan Taberiyye’yi ele geçiren Salâhaddin’in ordusu uzun süre bekledikten sonra bıkıp geri dönecekti. Sonra, kendileri gidip kolayca Taberiyye’yi teslim alacaklardı.
2- Kerak Baronu Reynald ve arkadaşlarına  göre ise; Salâhaddin’in üzerine yürümemek korkaklık ve utanç verici bir davranış sayılırdı. Dolayısıyla, Haçlıların bölgedeki heybetinin yitirilmesine sebep  olurdu.
Savaş konseyindekilerin çoğunluğu ikinci görüşü benimseyince, Akka Patriği savaşlarda ve önemli törenlerde taşınan Haç’ı getirip ortaya koydu. Hazırlıkları tamamlayan Haçlı Ordusu, (3 Temmuz) Taberiyye’ye 15-16 mil uzaklıktaki Safuriyye’ye doğru yola koyuldu.                                              
Çoğunluğu zırhlı 63 bin, bir rivâyete göre de 20 bin askerden oluşan Haçlı Ordusu üç kanada ayrılmıştı:
1. Trablus Kontu Raymond komutasındaki öncü kuvvetler.
2. Kudüs Kralı Guy of Losignan komutasındaki orta kuvvetler.                                                                
3. Tapınak Şövalyeleri ise arka kuvvetleri oluşturuyordu.
Salâhaddin Eyyûbi’nin taktiği tutmuş ve Haçlılar Taberiyye’nin bir tuzak olduğunu anlamamışlardı! Büyük komutan kurmaylarını topladı ve “ Haçlılar kendi ayaklarıyla geliyorlar; zaten  bizim istediğimiz de buydu. Nasıl bir savaş planı uygulayalım?” diye sordu. Kurmaylar “Ani baskınlar düzenleyip kaçalım” dediler. Salâhaddin bu görüşü beğenmedi ve; “Bence  iki ordunun karşı karşıya gelmesi lâzım. Ne kadar ömrümüz kaldı bilemiyorum. Benim için değil Allah için savaşın!” dedi. Bunun üzerine Müslüman askerler Taberiyye Gölü’nde abdest alıp Allah için savaşmaya ve ne pahasına olursa olsun Kudüs ve Mescid-i Aksa fethedilinceye kadar da geri dönmemeye niyetlendiler!
“Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb Sûresi 23. âyet)
Salâhaddin’in çizdiği savaş planı iyi gidiyordu ve Haçlılar kendi ayaklarıyla hezimete doğru ilerliyorlardı... Taberiyye yolunu yarılayan Haçlı Ordusu Lubia mevkîne varınca, İslâm ordusunun fırlattığı yoğun ok ve mızrak yağmuruna tutuldu. Müslüman okçuların hedefi, haçlı ordusunun arka kuvvetini oluşturan şövalyelerdi. Zırhlar içinde olan şövalyelere isabet ettirmek zor olduğundan, mızraklarını atlara doğru atıyorlardı. Bileği güçlü Müslüman Yiğitlerin “Allahuekber” diyerek fırlattıkları mızraklar, tıpkı hedefi  yere seren Rumhu Rudeyn * gibi keskindi. Öyle ki; mızrağı yiyen at anında yere düşüyordu!...
“Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrusu O işitir ve bilir.” (Enfâl Sûresi 17. âyet)        
Şiddetli ok ve mızrak yağmurundan şaşkına dönen Haçlılar, yönlerini Lubia’nın kuzey tarafındaki  su kaynakları bol olan ‘Hıttin’e doğru çevirdiler. Amaç, suyu bol olan Hıttin’de birazcık dinlendikten sonra Taberiyye’ye saldırmaktı. Ancak bu kararı almakla savaş stratejisi olarak son derece büyük bir hata yaptıklarının farkında değillerdi. Dar bir yolda yön değiştirmeye kalkan Haçlı Ordusu’nun düzeni bozulmuştu. Ayrıca, İslâm  Ordusu kendilerinden önce Hıttin’e gelerek su başlarını tutmuştu.
Yazın şiddetli sıcağında susuz kalan Haçlılar bitkin düşmüşlerdi.  Bedevî Arapların ve Türkmenlerin vur-kaç taktiğini uyguladıkları saldırıları karşısında, kolayca bozguna uğruyorlardı...                               
Düşmanın arka tarafından esen sıcak Temmuz rüzgârı da, sanki fetihte payının olmasını istiyormuş gibi Müslüman askerlerin kulaklarına “Otları yakın, otları!” diye fısıldıyordu…                                                                                     
Rüzgârın sesine kulak veren Müslümanlar çevrede bulunan kuru otları ateşe verince, etraf alev alev yanmaya başlamıştı… Göğe doğru yükselen kara dumanlar gökkubbeyi kapatmış nefes aldırmıyordu… Sanki Cehennem kapılarını açmış da, Mescid-i Aksa’da katledilen binlerce Müslümanın intikamını alırcasına, Haçlılara “Alın size! İşte bu da benden olsun!” diyerek Nâr-ı Cehennem kokan nefesini Hıttin’e doğru üflüyordu...                                                    
Baştan aşağı giyindikleri zırhlar içinde kavrulur gibi olan Haçlılar, ‘Hıttin Boynuzu’ denilen  dar boğaza doğru kaçmaya çalıştılar. Ama bir de ne görsünler: Pusuya yatan Müslüman Süvariler kendilerini beklemesinler mi! Hıttin’de bir ölüm-kalım savaşı veriliyordu… Susuzluktan kavrulan bir taraf  dişini tırnağına katmış  suya ulaşmaya çabalıyor; diğer taraf ise, ne pahasına olursa olsun buna engel olmaya çalışıyordu. Bu savaş bir su savaşı idi!                                                                           
Müslümanların uyguladıkları taktik harikaydı!  Geri çekilir gibi yapıyorlar, sonra aniden geri dönüp “Allah.. Allah.. Allah” diyerek saldırıyorlardı. Anlaşılan, Atabey İmadeddin Zengi’nin Urfa kuşatmasında uyguladığı harp taktiğini  iyi ezberlemişlerdi.. Zengi’nin askerleri de zayıf asker numarası yapıp kaçıyorlar, sonra da hızla dönüp vuruyorlardı! (2)                                                                                     
Dâhi kumandan Salâhaddin Eyyûbi savaş meydanında  bir oraya bir buraya at koşturuyor ve “Hadi benim aslanlarım ve korkusuz cengâverlerim! Ey İslâm’ın kahraman ordusu! Gün bugündür.. Benim için değil, Allah için savaşın. Kuşkusuz ki zafer  Allah için savaşanlarındır” diyerek askerlerine cesaret veriyordu…                                                                                                                                                 
Salâhaddin’in verdiği cesaretle öne atılan Yiğitler, sayı ve silâh bakımından üç kat daha kuvvetli olan düşmanın mağlûp edildiği Bedir ve Huneyn Savaşları’nı, beş kat kuvvetli olan Rum ordusunun darmadağınık edildiği Yermuk Muhârebesini, Sasânilerin dize getirildiği Kâdisiyye Savaşını, Bizans İmparatorunun esir alındığı Malazgirt Zaferini, Hz. Ömer’in (ra) Kudüs Fethini hatırlıyor ve “İnşaallah zafer bizimdir” diyerek ok fırlatıp kılıç şakırdatıyorlardı..                                                                           
Salâhaddin Eyyûbi’nin oğlu Melik Efdal babasının Hıttin savaş meydanındaki halini şöyle anlatıyor: “Babamın yanıbaşındaydım. Düşmanın kaçtığını görünce “Mağlûp ettik!” diye nara attım. Babam: “Sus! O çadır (Kralın Çadırı) düşmeden mağlûp etmiş sayılmayız!” dedi.(3)                                                     
Dirâyetli bir devlet adamı olduğunu Mısır’da ispat etmiş olan Salâhaddin Eyyûbi, Emperyalist Haçlıların sırtına  vurmak istediği öldürücü darbenin zamanını ve mevkîini çok iyi seçmişti. Bundan başka; asker  ve silâh bakımından da fena sayılmazdı. 400 deve dolusu ok ve mızrak  ile yola çıkan Salâhaddin, aslanlar gibi çarpışan Müslüman Süvariler bulundukları noktadan rahatlıkla ok ve mızrak temin edebilsinler diye, muhârebe esnasında, silâh yüklü 70 deveyi  savaş meydanına salmıştı.(4)               
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfâl 60. âyet)
Savaş bu minvalde devam ederken, Trablus Kontu Raymond ve dört oğlu askerleriyle beraber Hıttin Boğazı’nı geçmeyi başardılar. Amaç, Salâhaddin Eyyûbi’nin ihtiyat için geride tuttuğu birliklere saldırıp meydanda çarpışan Müslümanlar saffında şaşkınlık meydana getirmekti. Ama bu plan tutmamıştı! Çünkü; Takiyuddin Ömer’in komutasındaki İslâm askerleri, boğazı geçmeye kalkacak olan Haçlıları toz duman etmek için heyecanla bekliyordu. Bunu gören Raymond ve askerleri can havline düşerek harp meydanını bırakıp kaçtılar… (5)
Salâhaddin Eyyûbi harp meydanında at koşturarak savaşın gidişatını yakından takip ederken, düşman saffından ümitsizliğe kapılan 6 asker gelip Haçlıların durumu hakkında bilgi verdiler. Haçlı ordusunun perişan halini  fark etmiş olan Salâhaddin, Raymond ve askerlerinin kaçtığını öğrenince, 4 Temmuz günü ihtiyatta tuttuğu askerlerini meydana soktu. Neticede; Cehennem sıcağında, baştan aşağı giydikleri zırhlar içinde çarpışmaktan helâk olan Haçlılar, meydana pompalanan taze kan ile başa gelemeyip yenik düştüler.                                                                                                                         
İslâm topraklarında zehirli bir ot gibi biten Haçlıların sonu hezimet olmuş ve Salâhaddin’in yıllardır hayal ettiği zafer nihayet gerçekleşmişti. Hiç kuşkusuz ki; bu zafer; mâhir bir komutan olarak Salâhaddin’in başarısı olduğu kadar, aynı zamanda da İmadeddin Zengi ve Nureddin Zengi’ye âitti. Çünkü; Kudüs Fethine giden Hıttin zaferinin fikrî, siyasî ve askerî alt yapısını onlar kurmuştu. Şu bir hakikat ki: Müslümanlar sırf Allah rızası için cihad yapmasaydılar; sözde ve fiilde doğruluk, ahde vefa gibi İslâm ahlâkıyla bezenmeseydiler; Rabbimiz bir, Kitabımız bir, Peygamberimiz bir sloganıyla Arap-Türk-Kürt milletleri arasında uhuvvet ve vahdet sağlamasaydılar; Atabeyler ve Emirler arasında  paylaşılmış olan İslâm topraklarını tek bayrak altında toplamasaydılar; zafere kavuşmak için kavlî ve fiilî silâha sarılmasaydılar; bu zaferi asla kazanamazdılar!
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder; ayaklarınızı kaydırmaz” (Muhammed Sûresi 7. Âyet)                                                    
“Allah sizden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm’ı) onların lehine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra, kendilerine güven sağlayacağını vaad etti” (Nur Sûresi 55. âyet)
Muzaffer kumandan Salâhaddin Eyyûbi, Hıttindeki otağında şükür secdesine kapanarak gözyaşları içinde Rabbine  hamd ettikten sonra,  İslâm ordusunun efradına da ayrıca teşekkür etti. Daha sonra, aralarında 150 şövalyenin de bulunduğu esirler içinden çok önemli şahsiyetlerin huzuruna getirilmesini emretti. Huzuruna getirilen esirler arasında Kudüs Kralı Guy of Lusignan, Kerak Baronu Reynald, Tapınak Şövalyeleri komutanı Gerard ve daha nice meşhurlar vardı. İslâm ahlâkıyla bezenmiş olan Salâhaddin Eyyûbi, muzaffer bir kumandan olduğu halde gurura kapılmamıştı. Korkudan titreyen Kudüs kralına dönüp; “Kralları öldürmek kralların âdetinden değildir!” dedikten sonra kendi yanına oturttu. Bunu gören küstah Reynald ise, Salâhaddin’den merhamet umarcasına, utanmadan gidip kralın yanına oturdu! Reynald’ın bu hareketine aldırmayan Salâhaddin Eyyûbi, buzlu su dolu bir kadehi dili damağı kurumuş olan Kudüs kralına ikram etti. Kral Guy suyu içti; kalanı da Reynald’a verdi.                                      
 Bunu gören Salâhaddin, küplere bindi ve yüksek sesle “Biz ona su vermedik!” diyerek hiddetlendi..  Haklıydı da… Hac ve ticaret kervanlarına saldırmayı âdet haline getirmiş olan zalim Reynald, Mekke ve Medine üzerine de yürüme planları yapmıştı. Bu sebeplerle bir kaşıkta boğmak istediği katil Reynald’a bir de su mu verecekti!?                                                                                                                        
Salâhaddin Eyyûbi, otağda bulunanların huzurunda Reynald’ın yaptığı zulümleri tek tek saydıktan sonra, kendi elleriyle kafasını uçurdu! Tapınak Şövalyelerinin âkibeti de aynı oldu; onların da kafasını vurdurdu. Kudüs kralı  Guy of Lusignan’a ise can güvenliği verdi. Geri kalan esirleri de Hıttin Savaşı’nda kahramanca çarpışan askerlere ganimet olarak dağıttı. O kadar çok esir vardı ki, her askere en az 10 esir düşmüştü. Rivayetlere göre, pazarlarda satışa çıkartılan esirler, 3 dinara veya bir çift çarığa satılıyordu!(6)
Zaferin yankıları Şam’a ulaştığında, ahâli sevinç çığlıklarıyla sokaklara döküldü… Tekbir sesleri semayı çınlatıyordu!... İslâm ordusunun elde ettiği Hıttin Zaferi’yle Haçlıların bel kemiği kırılmıştı. Elbette; kazanılan bu zaferde alınlarını secdelerden kaldırmadan gece-gündüz Allah’a yalvaran kadın, yaşlı, çoluk-çocuk bütün Müslümanların da payı vardı.  Onlar da canlarını ve mallarını mübârek Mescid-i Aksa’yı kurtarma yolunda feda etmeye hazırlardı. Ancak; çok istemelerine rağmen, şartlar kılıç kuşanıp meydan muhârebesine katılmalarına engel olmuştu. Maddî kılıca sarılamamışlardı, ama, mü’minlerin mânevî kılıcı olan ‘duâya’ yapışmışlardı.                                                                                 
Şam kadısı Kadı el-Fâdıl ise, Salâhaddin Eyyûbi’ye bir kutlama mesajı gönderek sevince boğulan  mü’minlerin duygularını şu sözlerle dile getirmişti:
“Efendim; Allah sizinle dinini kâim kılmıştır. Siz şu andan itibaren bütün mü’minlerin efendisisiniz. Başlar hâlâ secdeden kalkmış değil; yanaklardan süzülen yaşlar hâlâ silinmiş değil. Diller ise bu  şanlı    zaferi uzun uzun anlatacaktır..”(7)
Evet; Hıttin Zaferi imandan kaynaklanan irâde ve kendine güvenle dâvâsını HAK bilenlerin elde ettikleri muhteşem bir zaferdi. Bir başka deyişle; William Seymur’un dediği gibi, İslâm’ın Hıristiyanlığa, Hilâl’in Haç’a karşı zaferiydi..”(8)
 
DİPNOTLAR:
*Rudeyne Câhiliye devrinde ok ve mızrak yapımıyla uğraşan bir kadın idi ve yaptığı mızraklar çok rağbet görüyordu. Bu yüzden, mızrakların ismi Rumhu Rudeyn / Rudeyn Mızrakları diye meşhur olmuştu.              
1- Lecnet’ül Mısriyye littadâmun eş-Şuûb el- Afrikıyye el- Asyaviyye, ”800 Âmm Hıttin Salâhaddin ve’l Amel el-Arabi el-Muvahhid” s. 113.                                    
2- Kadri Kal’aci “Salâhaddin Eyyûbi-Kıssatüs-Sırâ’ Beyn eş- Şarkî ve’l Ğarb“ s. 96.
3- 800 Âmm Hıttin Salâhaddin ve’l Amel el-Arabi el-Muvahhid, s.120.
4- Ali Muhammed Muhammed Sallâbi, “et-Tarîh es- Siyâsi ve’l Askerî ve’l İdârî lî Salâhaddin Eyyûbi fî Ma’reketi Hıttîn ve Fethi Beytü’l Makdis” s. 36.
5- Süheyl Zükkar, “Hıttîn Mesîretü et-Tahrîr”.
6- Şakir Mustafa, “Salâhaddin el- Fâris el-Mücâhid ve’l Melik ez- Zâhid” s. 264.
7- Able Mühtedi ez-Zübde, “el-Kudsü Târih ve’l Hadâra” s. 191.
8- William Semur, “Decisive Factors in Twenty Great Battle of The World”, s. 55.
Okunma Sayısı: 5917
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı