Mehrican Gidal: “Peygamber Efendimiz (asm) bazı durumlarda yalana izin veriyor. Risale-i Nur'da ise bazı alimlerin muvakkat olarak fetva verdiği yazıyor. ‘Bu zamanda o fetva yok, muayyen haddi yok’ deniliyor. Oysa hadisin hükmü her zaman için geçerli olması gerekmiyor mu?”
Tevriye Usulü
Yalan söylemek büyük günahlardandır. Fakat bazı durumlarda, bazı hayırlar söz konusu olunca, tevriyeli ifâdeler kullanmaya ruhsat vardır. Bu yalana benzer, ama yalan değildir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Halk arasını düzelten ve bunun için hayır kastıyla söz ulaştıran veya hayır için söyleyen, yalancı değildir.”1 Bu hadîsin devamı mahiyetinde Müslim, Ümmü Gülsüm’den (ra) şu ziyâdeyi rivâyet eder:
“İnsanların ileri geri konuşmalarından yalnız şu üç şeyin dışında yalana ruhsat verildiğini işitmedim. Bunlar: 1-Harp esnasında düşmana karşı, 2-Halk arasını ıslah için, 3-Karı-koca arasında aile dirlik ve düzenliği için.”2
Mutlak yalana cevaz verilmediğinden; mümkünse ruhsat verilen hususlarda da “tevriye” usulünü aşmamak gerekir. Tevriye, edebiyatta, birkaç manası olan bir kelimenin en uzak manasını kast etmek demektir. Bu sanatı kullanmak suretiyle meselâ insanlar arasını ıslah etmek veya harp esnasında düşmanı oyalamak, ya da herhangi bir hayır gözetmek mümkünken, düpedüz yalan söylemek câiz değildir.
Barış İçin
Meselâ iki kişinin arasını düzeltmek veya barıştırmak için; birine gidip, “O sana dâima duâ ediyor.” Dense ve bununla ötekinin, “Ya Rab, bütün Müslümanları afv ü mağfiret eyle!” dediği kast olunsa; tevriye sanatı açısından yalan söylenmiş olmaz.
Böylece adamın adâvet ve husûmet ateşini söndürmek ve kin ve garazını hafifletmek de mümkün olur. Veya harp esnasında düşman askerinin moralini bozmak ve gücünü zayıflatmak için, “kralınız öldü!” denir ve bununla düşman askerinin eski krallarının öldüğü kast edilirse yine tevriye usûlü ile hem yalandan korunmuş, hem de düşman askeri zaafiyete uğratılmış olur.
Yahut düşmana esir düşen birisinin, “Cephaneniz nerede?” sorusuna, “Bilmiyorum!” diye cevap vermesi de tevriye açısından doğrudur. Yani bardağın susuz kısmı gösterilip, “bardağın yarısı boştur” demektense, bardağın dolu yanını göstermek ve “bardakta yeterince su vardır” demek mümkündür. Bu şekilde yalan da söylenmiş olmaz.
Fakat Su-i İstimal Olmamalı
Bu husûsu, Sekizinci Söz’deki, bahçenin murdar şeylerine değil, gülüne ve meyvesine dikkat ederek saadetini bozmayan iyi kardeşin örnek tutumu ile ilişkilendirmek de mümkün.
Halk arasında her zaman hoşumuza giden veya gitmeyen bir çok olaylarla karşılaşırız. “Çirkin olanı ve dert vereni bırak, güzel olana ve huzur verene bak!” kâidesince amel ettiğimizde çirkin şeyleri âdetâ yokmuş gibi sayarız ve pek fazla müteessir olmayız.3 İnsanların arasını ıslah ederken, karı-koca arasını düzeltirken, harp esnasında veya herhangi bir hayır umulan meselede başvurmamızda sakınca olmayan tevriye sanatını “çirkin şeyleri görmemek, iyi şeylere bakmak” tarzında değerlendirmek ve uygulamak, bizi düpedüz yalana bulaşmaktan koruyacak ve doğruluktan ayırmayacaktır. Yoksa bu ruhsatlar, doğrudan yalan söylenebileceği manasına gelmez.
Bediüzzaman Hazretleri bu zamanda sû-i istimallerin çok olması nedeniyle, maslahat için yalana asla fetva vermemekte; bunu, “Sû-i istimale müsait bir bataklık” olarak nitelemektedir. Saîd Nursî’ye göre ya doğru söylenmeli ya da sükût edilmelidir. Her söylenilen doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değildir! Yalan söze fetva yoktur!4
Dipnotlar:
1- Buhârî, 8/1156., 2- Müslim, Birr, 101., 3- Sözler, s. 41., 4- Hutbe-i Şâmiye, s. 44