“Gözümüzü neden yumalım?” Bu soruya cevap Bediüzzaman’dan; “Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz. (...) Ve haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek”2 için ve “Risale-i Nur şakirtlerinin tesanüdlerine zarar vermemek için”3 birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözümüzü yummalıyız.
Bazı dostlarımız diyecekler ki “Nereden çıktı bu göz yummak işi.” Evet, zaruret durumlarında gözümüzü dört değil, on dört kere açmamız lazım. Fakat her yerde, her zaman ve bilhassa hizmet-i imaniyede çalışanların ufak tefek hata ve eksiklerinde değil. Yoksa her zaman hata, kusur ve açık arayan bir göz iyilikleri görmez ve göremez. Hatta başkasının eksik ve kusurlarını göreceğim diye kendi eksiklerini görmez. O zaman da herkes birbirinin kusurunu aramaya çalışıp zamanının çoğunu menfiliklere tahsis eder; tesanüt, şevk ve gayret yok olur.
Evet, “İnsan hatadan hâli olmadığı ve tevbe kapısı açık olduğuna göre” insanların hata ve kusurlarını yüzüne vurmamak gerekir. Peki, hata varsa ne yapmamız gerekir? Cevap: Kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyâde uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak. “Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır.”4
Göz yummakla ilgili insanın kalbini sızlatan bir kıssa: Adamın biri, ilkokul öğretmenini parkta görünce, utanarak yanına yaklaşıp “Hocam, beni tanıdınız mı?” diye sordu.
İhtiyar öğretmen; “Hayır evladım, tanıyamadım.”
Adam; “Hocam nasıl tanımazsınız? Ben sizin ilkokuldan öğrencinizim.”
Öğretmen, “Hatırlat bakayım kendini” diye gülümser.
Adam, “Hocam, sınıfımızda bir arkadaşımın saati kaybolmuştu. Hatırlar mısınız bilmem? Onu ben almıştım. Siz de “arama yapacağım” diyerek bütün sınıfı tahtaya kaldırmıştınız ve “çocuklar şimdi herkes gözlerini kapatsın” dediniz. Herkes gözlerini kapatmış siz tek tek aramaya devam ettiniz. Aranma sırası bana gelmişti, tir tir titriyordum. Ama siz saati cebimden sessizce almış, aynı şekilde bir sessizlik içinde, son arkadaşa kadar aramaya devam etmiştiniz. Sonra da bizi yerlerimize oturtup, bana ve hiç kimseye bir şey söylemeden, saati sahibine vermiştiniz. Büyüdükçe, bu davranışınızı hiç ama hiç unutmadım hocam. Ben şimdi bu yaştayım. Düşünüyorum da; hayattaki en önemli olan insanların kusurunu yüzüne vurmamak dersini sizden almışım. Yoksa ömür boyu o utançla yaşayacaktım. Siz bana o korkunç utancı yaşatmadınız. Şimdi hatırladınız mı beni?”
İhtiyar öğretmen; öğrencisine sevgi ile yaslanarak şunları söyledi: “O olayı, ertesi gün unutmuştum ben. Şimdi sen anlatınca hatırladım evlat. Ben sizlere ‘gözlerinizi kapatın’ dediğimde, ben de kendi gözlerimi kapatmıştım. Çünkü, o yaştaki her çocuğun düşebileceği hataya düşen öğrencime karşı, ben de bir önyargı oluşmasın diye...”
Evet dostlar! Hatırlatmak, ikaz etmek, ders vermek, ama kırmadan, incitmeden, kavl-i leyyin ve lütufla damara dokundurmadan...
Ve son söz; “...Bilin ki! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o, iyi olursa bütün vücut iyi olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Bilin ki! O, kalptir.” 5
Dipnotlar:
1- Furkan Sûresi, 25:72, 2- Lemalar, 3- Emirdağ Lahikası-I, 4- Mektubat 5- Buhârî, Îmân