Malumunuz çaylar isimlerini ya aktığı yöreden veya akıttığı sudan alırlar; Derinçay, Kızılçay, Kuruçay, Maraçay, Akçay gibi.
Bizimd e bir Akçayımız vardı. O 50 yılı aşkın bir zamandır Kırıkkale’de mahalle mahalle, cadde cadde, sokak sokak, dükkan dükkan, bazen coşarak, bazen durgun, bazen hüzünlü aktı durdu, ama hep arı, duru, safi, pak tertemiz bir akçay olarak.
Kur’an’ın deryasının Risale-i Nur nehrinden nebaan eden ımanı, ubudiyeti, feyzi, uhuvveti, muhabbeti ve nurları nice nice kurumuş, kurumaya yüz tutmuş fidanlıkların bahçelerin bağrına tertemiz, bulanmadan, bulandırmadan ve hasar vermeden aşkla heyecanla akıttı durdu. Ve o fidanlıklardan, bahçelerden; Recepler, Mustafalar, İsmetler, İbrahimler, Ademler, Zübeyirler, Abdullahlar vesaire vesaire öyle çiçekler, fidanlar yetiştik ki artık bu nurlu akışı, çağlayışı bu fidanlar devam ettirecek ve ettirmeye devam edecekler inşallah.
Bu akışında önüne çıkan o kadar çok engeller, sedler çıktı ki o hiç bir engelde takılmadı. Sedde durmadı aktı aktı aktı aktı…
Yıllardan beri tek başına, elindeki çantasını bir Yeni Asya Bürosu olarak kullanarak bir çok büronun yapamadığı ilanat, reklam ve satış yaptı. Adeta bir “Seyyar büro” ve “Seyyar medrese” gibi çalışan Ahmet abinin bürosu yok, arabası, yok; hatta bir bisikleti bile yoktu. Fakat onda öyle bir azim, hizmet aşkı, şevki, gayreti vardı ki Kırıkkale’nin yazının aşırı sıcağı, kışının dondurucu soğuna aldırmadan hiç bir vasıtayla yapılmayanı yaptı.
Ali Ulvi Kurucu’nun dediği gibi; “Bir azm, eğer iman dolu bir kalbe girerse/ İnsan da, o imandaki son sırra ererse/ En azgın ölümler ona zincir vuramazlar/ Volkan gibi coşkun akıyor durduramazlar.
“Kar, kış demez, irkilmez, üzülmez, acı duymaz/ Mevsim bütün ömrünce ılık gölgeli bir yaz/ Cennet’teki âlemleri dünyada görür de/ Mahvolsa eğilmez sıradağlar gibi derde/ En sarp uçurumlar gelip etrafını sarsa/ Ay batsa, güneş sönse, ufuklar da kararsa/ Gökler yıkılıp çökse, yolundan yine dönmez/ Ruhundaki imanla yanan meş’ale sönmez.” (Tarihçe-i Hayat)
Bu şiirin her bir cümlesi sanki Ahmet Akçay abimizde azami derecede tezahür ettiğini müşahede ettik 50 senedir. Dillerimizde dolaşan “Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş” ve “Nasihat istersen ölüm yeter” deyimlerinin Akçay abeyin cenazesinde de müşahede ettik. Her meslek ve meşrepten her siyasi görüşten yüzlerce insanın, oğlu Adem kardeşimizin kıldırdığı cenaze namazında; “Hayatını iman ve Kur’an davasına adamış babam Ahmet Akçay’a hakkınızı helal edin” hitabına yüzlerce insanın yüreklerinden samimi olarak kopan “Helal olsun” nidaları ve yine o yüzlerce insanın ta köyüne kadar gelerek ebedi istirahatgahına tevdi edişleri göstermiş oldu.
Kırıkkale’nin bu Akçay’ının dünyadan berzah alemine akışının hemen akaibinde Ali Vapur abeyin okuduğu hazin dualarının arasında semada ona eşlik ederek o akışa rahmet damlaları ile eşlik ettiler.
Bu hizmeti Kur’aniyede benim sırtımı dayadığım, beraber ağlayıp beraber çağladığımız Ahmetlerden Merhum Ahmet Özkan, Ahmet Kaya’dan sonra Ahmet Akçay abeyimiz de hizmetini, vazifesini bitirip rahata, rahmete ve ücret almaya gitti.
Evet son söz; “Senin zamanın ve ömrün, berkten daha çabuk geçer; hayatın, çaydan daha süratli akar.”