Röportajımızın 2. bölümünde “Türk - Avrupa Eğitim Ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı (TAVAK)” Başkanı Prof. Dr. Faruk Şen ile Türkiye’nin AB’ye girmesi durumunda yaşayacağımız gelişmeleri konuştuk.
AB’ye girmiş olursak insan hakları, demokrasi, basın özgürlüğü kurallarına göre yaşarız. Bir de İslam dünyasına bir mesaj olurdu. “AB, İslam’a karşı değil bakın Türkiye’yi alıyoruz” derdi. Zira ‘Türkiye Müslüman olduğu için alınmıyor” algısı var. Bu da Avrupa’nın kazanımı olurdu.
-Dünden devam-
Türkiye’nin AB’ye üyeliğini istemeyen ülkeler olduğunu biliyoruz. Bunun sebebi nedir?
Türkiye tam üye olsaydı Almanya, İtalya, Fransa, İngiltere’den sonra 5. büyük ülke oluyordu. AB, 5 ayak üzerinde duruyor.1) Politik katılım. Avrupa Konseyi’nde 29 oy hakkımız olacaktı. Avrupa Parlamentosu’nda 84 milletvekilimiz olacaktı. 2) Bütçe’ye para vermek ve bütçeden pay almak. 3) Serbest dolaşım hakkı. 4) Gümrük Birliği. 5) Avrupa Güvenliği. Türkiye’den en fazla korktukları buydu. Türkiye’nin AB’nin beşinci büyük ülkesi olmasından korktular. Bütçeden çok fazla korkmadılar. Zira bütçeden para almak o kadar kolay değil. Bir de serbest dolaşım hakkı. Zira serbest dolaşım artık AB’nin korkulu rüyası haline geldi. Bulgaristan ve Romanya’dan oluk oluk akıyor. şu anda bir milyon Bulgaristan’dan gitmiş insan var. Alman işçisi 10 Eoru’ya çalışırken Bulgarlar aynı Türkiye’deki Suriyeli işçiler gibi daha düşük ücrete 3,5 euro’ya çalışıyor. Almanlar artık başka ülke istemiyorlar. Halbuki, serbest dolaşımdan korkmamaları lâzım.
Niçin?
Serbest dolaşım hakkı, Avrupa Serbest dolaşım hukukunun 9. maddesine göre çok açıktır. Ne der 9. maddede “Gittiğiniz ülkede 90 gün içerisinde ev ve iş bulabilirseniz kalabilirsiniz yoksa geri döneceksiniz” Almanya’da şu anda bulunan Türklerin % 31’i işsiz % 44’ü fakirlik sınırının altında yaşıyor. Oraya gidip de iş bulacak insan sayısı minimum. Onun için serbest dolaşımdan korkmamaları lâzım.
Peki Volkan Bozkır’ın Ekim ayında hazırladığı ilerleme raporunu iade ettiğini belirttiniz. AB hazırladığı raporlarla Türkiye’de artık kronikleşen problemlere meselâ basın özgürlüğü yargı bağımsızlığı vb. konulara yönelik ciddî eleştiriler getiriyor. Uyum yasaları ile çelişen bir durumda AB’nin Türkiye’yi eleştirmemesi düşünülebilir mi? 2008’de AKP’ye kapatılma dâvâsı açıldığında AB üyelerinin parti kapatma konusundaki sert tepkisi ve AKP’ye desteği olmuştu. AKP yönetimi o günlerde AB’nin bu desteğini “Türkiye’nin iç işlerine karışmak” olarak görmemiş, rahatsızlık duymamış, tam tersine memnun olmuştu. Bugün ise, AB’nin eleştirilerini tepki ile karşılıyor. AKP’nin tavır ve söylemlerindeki bu farklılığı nasıl değerlendirmemiz gerekiyor?
Şimdi benim borcum var bana ödeme emri çıkıyor ben almıyorum geri yolluyorum. Ödemekten kurtuluyor muyum? Hayır. O raporu geri iade etmek, Volkan Bozkır’ın yaptığı bir şovdur. Nihayet yazılmış rapor Avrupa Parlamentosu’nda kabul ediliyor ve basına yansıyor. Sen kabul etsen ne olur etmesen ne olur?
Bir ara hükümet de olumlu gelişmelerin yer aldığı bir rapor hazırlamayı düşündü..
Bulamadı olumlu yönlerini. Yani onun için AB’nin hazırladığı raporu kabul etmemek gibi bir durum söz konusu değil. Ve bu raporlar maalesef gün geçtikçe daha da sertleşiyor. Ve şunu belirteyim. Hırvatistan üye olduğundan beri Avrupa Birliği’nin ‘ılerleme Raporu’ hazırladığı tek ülke Türkiye. ılerleme Raporları da Ankara’daki AB Daimi Temsilciliği’ndeki Türk Uzmanlar tarafından hazırlanır, Brüksel’e gider, Brüksel de son rötuşlar yapılır ve kamuoyuna yansır.
ÇİVİ 2013 GEZİ OLAYLARINDA ÇIKTI
Peki AB Türkiye’yi incelerken en dehşete kapıldıkları konular neler?
Şimdi 2008’den 2012 raporuna kadar baktığımız zaman AB çok olumsuz yön aradı, ama fazla bir şey bulamadı. Türkiye’de çivi 2013 ‘Gezi olayları’nda çıktı. Gezi olaylarından sonra AB’nin gözü Türkiye’ye çevrildi. Burada esasında dönemin Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve Bülent Arınç olayı döndürüyorlardı. En büyük şanssızlık yurt dışı gezilerinden ilk olarak ıstanbul’a gelen Tayyip Erdoğan’ın direkt Ankara’ya gitmesi oldu. Melih Gökçek, belediye başkanlığını kurtarmak için 4 ayrı yerde miting yaptırdı. 50 bin, 100 bin kişi topladı ve Başbakan büyük bir özgüvenle Kazlıçeşme’ye geldi ve sertlik politikasına devam etti. Bu olaylardan sonra AB’de Türkiye’ye yönelik olumlu bakış tamamıyla bitti. 2002-2007 yılları arasında AB tarafından kabul gören Erdoğan’a bakış da değişti. Bu olaylardan sonra gözden düşmeye başladı.
İlerleme Raporu’na basının ilgisi nasıl oldu. Toplumda fazla geniş yer bulmadı sanki?
Bakın şu anda Türkiye’de basına bakın, Sivil Toplum Kuruluşlarına bakın, AB konusunda kafa yoran, bilim adamı ve gazeteci sayısı da iki elin parmaklarının sayısına varmaz, geçmezi bırak. ılerleme raporu açıklanıyor, hiç bir televizyon ilerleme raporu konusunda bir panel yapmıyor. ılgileri yok. AB üyelik meselesi maalesef Türkiye’nin gündeminden düştü.
Mülteci sorunuyla birlikte yeniden gündeme geldi...
şimdi de kalkmış bazı babayiğitler bu 3 milyar Euro’yu almayalım, bu rüşvettir vs. diyorlar. Hayır! O para Türkiye’nin anasının ak sütü gibi hakkıdır. AB bu parayı bize Türkiye’de kurulacak 6 kamp için veriyor. Bu kamplarda hem gıda yardımları gelecek, hem okul sorunları çözülecek falan. Ve AB mecburen Türkiye’den belli sayıda göçmen almak zorunda. AB bu kamplara gelip içlerinden kalitelilerini seçip ülkelerine götürecekler. Diğerlerini bize bırakacaklar. Bakın şu anda Almanya’daki Suriyeli mültecilerin % 7’sinin okuma yazması yok. Türkiye’deki Suriyelilerin ise % 50’sinin okuma yazması yok.
SURİYELİLER İÇİMİZDEN BİR PARÇA OLMAYA BAŞLADI
Bu söylediklerinizden şunu mu anlamalıyız? “Türkiye’de 2,5 milyona yakın sığınmacı var. Avrupa’ya giden 1 milyon sığınmacı var” dünya “Bu insanlar artık Suriyeli değil” diyerek mevcut durumu kabullendi mi? Geri dönme gibi bir durumları yok mu?
Öncelikle şunu düzeltelim, şu anda Almanya’da 1 milyon diyorlar, ama Almanya’da 400 bin Suriyeli var. Bütün Avrupa‘da bir milyon Suriyeli yoktur. şöyle bir şey olacak. AB, Türkiye’deki Suriyelilerden 300-500 bin civarında bir sayıyı kabul edecek. Geri kalanı artık Suriye’de barış olsa bile bu adamlar oraya gitmeyecek ve Türkiye’de kalacak. Evi kayboldu, işi kayboldu, geleceği kayboldu, çocuğunu burada doğurdu. -Türkler ve Kürtleri aynı kültürel unsurdan sayarsak-, Türkiye artık iki kültürlü bir ülke haline geldi. Geçtiğimiz hafta ıstanbul’un Aksaray semtini gezdim. Aksaray’dan Yusufpaşa’dan Çapa’ya kadar gidin 400 metrede 94 tane Arap, Uygur, Afgan restoranı var. Ve hiçbirinde Türkçe tabelâ yok. Sadece Suriyelilere hizmet veren diş doktoru var. Yani artık Suriyeliler içimizden bir parça olmaya başladı.
Sosyal patlama riski var mı?
Türkiye’de sosyal patlama riski tabiî ki var. Türkiye’de mültecilere çalışma izni verildi. Buradaki Suriyelilere çalışma izni verdiğiniz zaman, -zaten Türkiye’de % 20 işsizlik oranı var- bu daha da yukarılara çıkacak. Böyle ülkelerde. Bizim gibi ulusal geliri 10 bin dolar civarında olan ülkelerin bunu yapma lüksü yok. Bunun sonucunda da ırkçılık baş gösterecek. Bugün ıstanbul’un fuhuş merkezi olarak bilinen yerlerinde artık Suriyeli kadınlar var. Meselâ bazı bölgelerde Suriyeli kuma alma olayı artmış vaziyette. Bu tablo bize şunu gösteriyor. Eğer devlet hem Türkiyelilere yönelik, hem Suriyelilere yönelik bir uyum politikası belirlemezse ciddî bir sosyal patlama krizi kapıda. Çünkü ailelerin patlamasına sebep oluyor, işsizliğin patlamasına sebep oluyor vs vs. Görüyoruz ki Türkiye hükümetinin hiç bir mülteci politikası yok. Sanki 1 milyonu Avrupa’ya gidecek diğerleri de geri dönecekmiş gibi hareket ediliyor.
Dönemeyecekler mi?
Hayır. Bakın gelinen son noktada Esad artık güneyi kontrol altına almış durumda. IşıD bölgedeki hakimiyetini kaybetti. Önceden 3 parçalı olan Suriye şimdi iki parçalı durumda. Özellikle Kürtler Kuzey Suriye’de ABD, Rusya ve AB desteği ile kendilerine bir alan açtılar. Rusya Lazkiye’ye yerleşmiş durumda, benim uçaklarımı hava sahasına sokmuyor. Öyle ‘kara harekâtı yaparız’ falan hikâye. Türkiye kalkıp Suudi Arabistan ile birlikte Suriye’ye bir kara harekâtı falan yaparsa büyük bir yenilgiye uğrar. Suudi Arabistan ekonomik çöküntünün eşiğinde, petrol 108 dolardan 29 dolara inmiş durumda.
Peki, Türkiye muhtemel bir sosyal patlamanın önüne geçmek için ne gibi adımlar atmalı?
Türkiye’nin Almanya’nın geçmişteki politikalarından ders alması lâzım. 60’larda Türk işçiler Almanya’ya gittiği zaman ne uyum politikası, ne lisan öğretme çabası falan yoktu. Zira 6-7 yıl kalıp geri gidecekler diye Türkleri tamamıyla dışlayan bir politika benimsediler. 1967’de 400 bin olan Türk nüfus bugün 3 milyon 100 bine çıktı. Demek ki Türkler orada kalıcı hale geldi. Biz de şimdi buraya gelen Suriyelilerin kalıcı olacağını hesap ederek politika belirlemeliyiz. Bunları yavaş yavaş uyuma hazırlamamız lâzım. Fakat bunları uyuma hazırlarken Türkleri de buna hazırlamak lâzım. Türkiye’de son dönemde tarım ve hayvancılık bitiyor. Bu Suriyeli mülteciler tarım ve hayvancılıktan geliyor. Bu insanları biz buralarda istihdam etmeliyiz. Bunları Büyükşehirlere gelmelerinin önünü kapamalıyız. Çünkü gelip burada ya dilencilik yapıyorlar ya da ucuz işçi olup Türkiyelilerin önünü kesiyorlar. Bu sosyal patlamayı tetikler.
AB’NİN TÜRKİYE’Yİ ALMASI...
Peki şu soruyla bitirelim. AB üyeliği Türkiye’de çok uzun zamandır gündemde yok. Açıkçası yeni gelen neslin AB ile ilgili pek de bir fikri yok. Mevzudan uzak kalanlar için bir hatırlatma, gündeminde olmayanlar içinde bir öğrenme vesilesi olması için, Biz AB’ye girersek nasıl bir ülke oluruz, girmezsek ne oluruz? Yani AB nedir, Türkiye, AB’ye girerse kazanımlarımız ne olur?
Her iki taraf da kazanır. Bugün Türkiye’nin yaş ortalaması 29, Almanya’nın ise 47. Genç bir nüfus, aktif bir nüfus gelir. Eğer bu nüfus biraz da kaliteli ise AB için büyük bir kazanım olur. 2) AB’nin, çalışma alanlarına müdahale için kurduğu 60 bin kişilik ordu, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliliği politikası vardır. Türkiye buna büyük bir katkı sağlayabilirdi. 3) Türkiye’de büyük bir tüketim açlığı var. Fakat ulusal geliri 9026 dolar olduğu için tüketemiyor. O zaman Türkiye biraz daha ekonomik olarak güçlenir ve daha fazla tüketime yönelir. Bir de hakikaten ıslâm dünyasına bir mesaj olurdu. “AB ıslâm’a karşı değil bakın Türkiye’yi alıyoruz” derdi. Zira ıslâm ışbirliği Örgütü üyesi 57 ülkede ‘Türkiye Müslüman olduğu için alınmıyor” algısı var. Bu da Avrupa’nın kazanımları olurdu.
Türkiye’nin kazanımları ne olurdu?
AB’nin ınsan hakları, demokrasi, basın özgürlüğü kurallarına göre yaşardık. En önemlisi Merkel ve Obama’nın kurduğu AB ve ABD arasında bir serbest dolaşım mekanizması var. Bu Dünya ekonomisinin % 76’sını sağlıyor. Biz de bunun içerisinde yer alırdık . Biz Gümrük Birliği’ne uymaya karar veren bir ülkeyiz. Gümrük birliğine üye değiliz. Yani başkaları karar alıyor biz uyguluyoruz. Bunun dışına çıkmış olurduk.
Röportaj:
Gökhan Yılmaz MGokhanYlmz
Ekrem Özden EkremOzden86
[email protected]
Fotoğraflar: Mustafa Sait Önal
-SON-