Sosyolog Müfid Yüksel, Genç Yorum dergisinin Kasım sayısına verdiği röportajda çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Müfid Yüksel kimdir?
Bitlisli bir ailenin çocuğu olarak Muş’da doğdu. İlk ve orta öğrenimimi İstanbul’da tamamladı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden 1991 Şubatında mezun oldu. Yüksek lisans çalışmalarını yine aynı bölümde yürüttü. 1995-2001 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Başkan Danışmanı olarak görev yaptı. Halen serbest araştırmacı/yazarlık yapmaya devam etmektedir.
Genç Yorum dergisinin Kasım sayısında yayınlanan röportajdan başlıca satırlar:
Arap Baharıyla başlayan bir süreç var. Bu süreçle beraber dünyanın dengesinin değiştiğini söyleyebilir miyiz?
(...) Türkiye’nin Arap Baharı’nın önünü kesmesi gerekirdi. Bunu göremedi, yapamadı. Burası Tunus ve Libya değil veya Mısır değil. Mısır’da farklı bir durum var. Halk zaten yekpare… Hıristiyanlar ve Müslümanlar var. Çok çeşitli sınıflar yok. Homojen bir yapı söz konusu. Halk toplu ayaklanabilir. Libya’da Kaddafi zaten Bingazi bölgesinde güçlü değildi. Kaddafi’nin gitmesinden sonra bile sancı var bugün. Ülke fiilen üçe bölündü. Tunus’ta da her şey sallantıda. Batılı ülkelerin bu konulardaki müdahaleleri göz ardı edilmemeli. Demek ki sadece bölgesel dinamiklerle bir şeyler hareket etmiyormuş. Bunu görebilmek lâzımdı, ama görülemedi. Suriye kendi içinde bir felâkete gittiği gibi, hem Irak’ta da işleri zor duruma soktu IŞİD faktörüyle, hem de, Türkiye de dâhil, bütün bölge sıkıntılı bir duruma girdi.
(...) Sünnîliğin hamisi, temsilcisi Osmanlı’ydı. Osmanlı Devleti çökünce, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, laiklik adı altında, hilafeti, medreseleri, bütün dinî, Sünnî kurumları tasfiye etti. Kemalist reformlar Sünnîliğin ana damarını yaşatacak olan ılımlı, munis, makul damarı kesip attı.
(...) İlahiyat fakültelerinde Selefîlikle karışık modernleşmeci anlayış mevcut. Vahhâbi/Selefîlikle, modernleşmeci reformculuk adeta ilginç bir zihnî evlilik yapmış durumda. Ayrıca, radikal siyasî İslâmcı hareketlerin konumu, bu coğrafyadaki yerel değerlerin de yayılmasının önünü kesti. Nakşibendilik/Hâlidîlik, Risale-i Nur gibi değerlerin önünde duvar gibi engel oldu. İkisi, Nakşibendilik/Hâlidîlik ve Risâle-i Nur bu coğrafyanın çağımızda en temel dinî dinamikleridir. Radikal/Siyasal İslâmcı hareketler/akımlar bunları gölgeledi. Risale-i Nur, tüm İslâm âleminde kasırga gibi esebilirdi, Nur-ı Kur’anı ve imanı tüm âlem-i İslâm’a yayabilirdi. Buna engel oldular. İdeolojik sloganlar ve siyasi pragmatizm uğruna önünü kestiler.
Yani Risale-i Nur, Sünnîliğin rehin alınmasının önüne geçebilirdi diyorsunuz?
Evet. Bediüzzaman’ın müsbet hareket metodu, bu konudaki birçok sorunu çözebilecek bir anahtardı. Bediüzzaman, Mevlana Halid’den gelen geleneği de taşıdığı için, prensipleri çok önemli bu konularda. Maalesef bundan da mahrum kalındı.
Türkiye’nin IŞİD karşısındaki durumu nedir? Türkiye ne yapmalıdır? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Türkiye IŞİD’e cephe almak durumunda, başka şansı da yok. Fakat önlemler alma konusunda ben zafiyet gösterildiği kanaatindeyim. Yeterince önlem alınmadı ve onun etkileri kendisini Türkiye’de de gösterdi, IŞİD’e destek amaçlı buradan gidenler de oldu. Türkiye’nin yapması gereken Ehl-i Sünnetin sahih damarına irfan/tasavvuf geleneğine, âriflere Mevlâna Hâlid’e, Bediüzzaman Hazretlerine, Risale-i Nur’a sahip çıkmak. Bunları kesinlikle gerçekleştirmek mecburiyetinde…
Röportaj: Habibe IŞIK
[email protected]