Hat sanatı, kesinlikle gurur ve kibir kaldıran bir sanat değil. ‘Şu harfi ben bugün çok güzel yapıyorum’ dediğiniz noktada ertesi gün, daha ertesi gün onu yapamıyorsunuz. Yapamadığımı çok yaşadım. Ondan sonra ‘Allah’ım ben yazamıyorum. Ya Rabbi, sen lütfet yazdır!’ dediğimiz çok zaman oldu.
Eminönü Yeni Cami Hünkâr Kasrı Sergi Salonu’nda 27 Ekim-7 Kasım 2017 tarihleri arasında yapılan Beş Kadın Hattat sergisi üzerine sergide eserleri yer alan Gülay Güngör, Aysel Karakaş, Cemile Fıçıcı, Özlem Savaşkan, Suzan Suluoğlu’nu ziyaret ettik ve çok sıcak bir sohbet ortamında yaptığımız görüşmeyi ilginize sunuyoruz.
Sabır, emek, özveri, tevekkül ile yaklaşık 7 yıl süren Hat Sanatı eğitimlerini Yıldız Şale Klasik Türk Sanatları Merkezi’nde Hattat Levent Karaduman ile tamamlayan sanatçılar; hem hocalarının yıllar boyu verdiği emeklere karşılık olarak hem de eğitimleri süresince yazılarıyla örnek olan merhum hattatlara saygı ve teşekkür ifadesi olarak bu sergiyi düzenlemişler.
5 hat sanatkârı ortak sergi açtı. Hattalar bu sanatı yaşatmak ve nesillere aktarmak için çalıştıklarını ifade ettiler.
Öncelikle çok teşekkür ederim bizimle görüşmeyi kabul ettiğiniz için.
Biz teşekkür ederiz.
Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Beş kadın hattat kimdir? Hat sizin için neleri ifade eder?
Adım Cemile Fıçıcı, 1971 doğumluyum. Hatta 2005 yılında Küçük Ayasofya’da Levent (Karaduman) Hocamla başladım. İki yıl devam ettik. Sonra ben altı yıl ara vermek zorunda kaldım. Sonra tekrar Yıldız Sarayı’nda 2013 yılında devam etme şansım oldu. 2016 yılında da sülüsten icazet aldım. Benim en çok üstünde durduğum konu şu: İslâm harflerinin vücut bulduğu, İlâhî kelâmın vücut bulduğu harfler olduğu için özel bir değeri var hattın. Onu yaşatmak, nesillere aktarmak gerektiğini ve bu sanata sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorum. Benim için en önemli kısım bu.
Ben Aysel Karakaş, 1967 İstanbul doğumluyum. Hat çalışmalarına 2006’da başladım, bir yıl gittim. Sonra ara verdim. Daha sonra 2011’de geri döndüm. 2016’da da icazet aldım. O kadar değer veriyormuşum ki bak, geri döndüm. Ruhuma çok iyi geliyor. Hattı çok seviyorum. Daha önce başka sanatlarla da uğraştım, ama en son hat. O benim için bambaşka. Meselâ tezhip farklıydı, seramik farklıydı. Hepsi sabrı öğretti, renkler güzeldi, ama hat başka bir aşk.
Ben Suzan Suluoğlu, 1960 Erzurum doğumluyum. Yedi yaşımda İstanbul’a gelmişiz, İstanbul’da büyüdüm. Aslında ben Konya’dayken bunu istiyorum, ama orada imkânım olmadı. Hatta gidemeyince dikiş kursuna gittim terziliği öğrendim. Sonra İstanbul’a dönüşümüzde hattın merkezine gelmiştik. Yıldız Sarayı’nda eğitim birimi yeni açılmıştı. Eşim istersem gidebileceğimi söyledi bana. Ben hattı seviyorum tabi, ama işin iç boyutunu bilmiyorum. Neyle karşılaşacağım, nasıl olacak? Kursa başlayıp da harflerin anatomisi, harflerin ölçüsü, noktası, kalem ağzı, virgülü, kalemin üçte biri, üçte ikisini gibi konuları görmeye başlayınca bu işin büyük bir iş olduğunu düşündüğüm. Hattâ kendi kendime “Suzan, sen boyundan büyük işlere kalkıştın” dediğim zamanlar oldu. Ama elhamdülillah “‘Rabbi yessir’ duâsını yazanlar hattı bıraksa da hat onları bırakmaz” diye söylüyor hocalar. Her halde bizim de öyle oldu. Demek ki severek o “Rabbi yessir” duâsını yazmışız ki, biz ne kadar zorlansak, bazen vazgeçsek de hat bizi bırakmadı. Elhamdülillah bu güne geldik, icazeti 2016 yılında aldık. Şimdi iki yıldır icazetle beraber hocalık yapıyorum. Bir yandan da sergilerimiz, ufak tefek yazılarımızla meşgul oluyoruz.
Ben de Özlem Savaşkan, 1969 İstanbul doğumluyum. Hatta ben de 2006’da başladım. Hatta başlamamın hiçbir sebebi yok. Sadece içsel bir durum. Başladığım günden beri de çok severek, zevkle yapıyorum. Benim de sanatla ilgili çok geçmişim var; resim, seramik, her türlü çalışmalarım, bunlarla ilgili sergiler olmuştur. Fakat hattı diğerlerinden ayıran çok önemli bir yanı var. Özündeki o manevî duyguları ortaya çıkartıyor.
(Özlem Savaşkan’a) Bunu nasıl yapıyor peki? Sabrı öğrettiği için mi?
Hayır, sabrı öğrettiği için değil. Bunların hepsi kelime karşılığı olmayan şeyler. Yani insan nasıl gece yatar, sabah kalkar, vücut bir otomatiktir, farkındalığı yoktur yaptıklarının. Ne zaman bir ağrın olur, anlarsın ki orda bir şey var. Bu hatta da böyle. Farkındalık olmadan, otomatik olarak bir takım şeyler sende zuhur ediyor. Ve o açılımlar olduğu zaman, bu artık sanat değil İlâhî aşka dönüşüyor. Dolayısıyla bunun kelime karşılığı yok. Bu anlatılmaz. Bunu ancak yaşayan kendi kendine yaşar, aktarabildiği kadarını da kağıda aktarır. Karşı tarafa ne hissettirir? O da karşı tarafın mana âlemiyle alâkalıdır. Kimine hiçbir şey hissettirmez, hissi olana çok şey hissettirir.
Ben de 2016’da arkadaşlarım gibi icazetimi aldım. Sarıyer’de kendi atölyem var. Evliyim, bir tane oğlum var yedi yaşında. O da benimle birlikte yazıyor. Bu arkadaşlarımla birlikte olmak çok güzel, çok güzel bir grubumuz var. Bu “beş kadın hattat” sergisi bizim için gerçekten yıllardır süregelen dostluğumuzu perçinleyen muhteşem bir sergi oldu. Bunu etrafa da duyurmuş olduk. Hatta zaten “Sen yaptın. Ben yaptım. Ben daha öndeyim” gibi hiçbir şey yok. Tamamen paylaşım. Çok tıkandığımız yerlerde hepimiz birbirimize destek olduk. Bu beş kadın içerisinde en kötü yazan benim. (Diğer hanımlardan “Estağfurullah” sesleri yükseliyor.) Onlar bana her zaman yardımcı oldular. Güzel bir dostluğumuz var. “Beş kadın hattat” sergisiyle de bu, tekrardan ayyuka çıktı diyebilirim.
Merhaba, ben Gülay Güngör, 1962 İstanbul, Sarıyer doğumluyum. İlk, orta okul ve liseyi Sarıyer’de okuduktan sonra 1987’de İstanbul Üniversitesi, Doğu Dilleri Bölümünden mezun oldum. O zamanlar hatla ilgilenmek aklımda yoktu. Beyazıt’ta okuyordum, medreselerin, ruhanî tarafın yoğun olduğu, sanatla uğraşılan yerlerdeydim, ama aklıma gelmemişti hiç. 2006’da hat öğrensem, hat kursuna gitsem diye niyetlendim. Araştırdım, Sarıyer taraflarında hiç hat kursu yoktu. En yakın Süleymaniye’de ve Yıldız Sarayı’nda vardı. Sonra şansıma Sarıyer’de açıldı. Kısmet oldu Levent Karaduman hocamız geldi Sarıyer’e. 2006’nın Ekim’inde öyle başladık. Bir müddet Sarıyer’e geldi, ondan sonra Küçük Ayasofya’ya geldik bir müddet. Oradan Yıldız Sarayı Şale Köşkü’ne gittik. 2015’te icazet aldım. O zamandan beri yazmaya çalışıyoruz. Bu serginin böyle bir mekânda olması da gerçekten çok hoş. Bu (Hünkâr Kasrı) hanım sultanların yaptırdığı bir kasır. Elimizden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyoruz, umarım beğenilir.
Şu an da İstanbul’un en işlek yerlerinden birinde, Eminönü Hünkâr Kasrı’ndayız. Sergi beklediğiniz ilgiyi gördü mü?
(Aysel Karakaş): Şimdilerde eskisi gibi değil, ilgi çok. Bir de sosyal medya var, birçok gruba ulaşabiliyoruz böylece. Eskiden belki sadece dâvet edilenler ya da özel ilgilenenler gelebiliyordu, ama afişlerin üniversitelere asılması, belli yerlere dâvetiyelerin gitmesi, sosyal medyada tanıtım videomuzun dönmesi, umduğumuzun üstünde ilgi topladı.
(Özlem Savaşkan): Gelen insanların da lâf olsun diye değil, tek tek özellikle ilgilendiği, hatta öğrencilerin gelip elifler üçte bir mi üçte iki mi diye incelediği bir sergi oldu. Yani hem yeni öğrenen talebeler, hem bu işi yapmak isteyenler hem de manevî değerlere önem verenler, Türk-İslâm sanatlarını önemseyen insanlar için güzel bir sergi oldu.
(Gülay Güngör): Çok farklı kesimlerden gelenler oldu. Öğrencisi, modern kıyafetlisi, Ankara’dan gelen öğretim üyesi, Bursa’dan gelen öğretmen beyefendiler. Yani çok farklı kesimleri bir araya topladığımızı düşünüyorum. Hiç haberi olmayıp dışarıdaki afişi görüp içeri girenler de, özel dâvetli olarak gelenler de oldu. Değişik insanlarla tanışma, görüşme imkânı da sağladı bize.
(Suzan Suluoğlu): Bir de burası Hünkâr Kasrı olarak sürekli bir dönüşüm içerisinde olduğu için bilindik bir yer, bulması, gelmesi kolay. Biraz onun da etkisi oldu tabi.
”Beş Kadın Hattat Sergisi Eski Üstatlara İthafen” başlığıyla bu sergiyi açtınız. Eski üstatlar derken kastettikleriniz kimlerdir? Bu ismin ve serginin mahiyeti nedir?
(Özlem Savaşkan): Merhum hattatlar derken kastettiklerimiz bizim duâyenlerimiz; Nazif Efendi, Bakkal Arif, Neyzen Emin, Sami Efendi, Mustafa Halim Özyazıcı, Hamit Aytaç. Onların harflerini inceliyor, onların yazılarına bakıyoruz. O elif hangi hattatın elifi, öteki Allah lâfzı hangisinin Allah lâfzı gibi harflerin karakterlerine göre kişileri ayırt ediyoruz. Biz tabiî ki öğrenciyiz, icazeti alsak da sonuçta daha hiçbir şeyiz. Onlar çok büyük üstatlar ve onların isimlerini bilen, bilmeyen duysun; onların çalışmaları gün ışığına çıksın ve kadınlarla renklensin diye böyle bir isim koyduk. Benim düşüncem bu. Biz onları anmadan, yad etmeden yapsaydık hem hatta, hem onlara saygısızlık yapmış olurduk. Hani bizim bir istifimiz var “Edep ya hu!” Biz edebe uyanlardanız.
(Gülay Güngör): Onların istiflerini sergiledik, yazdıklarımız o eski ünlü hattatların istifleri. Yazmaya çalıştık.
RÖPORTAJ: EMİNE SULTAN ÇAKIR
Fotoğraflar: Nurefşan Tuna Kübra Ünüvar - Yeni Asya
- DEVAM EDECEK-