mertebesini ve avam›n fehmini nazara alan basit ve cüz’î
muhavere, o tarz ile ulvî ve cazibedar ve umumî ve irflat-
kâr bir mükâlemeye döner.
B i r s ua l :
Bazen ehemmiyetli bir hakikat sathî na-
zarlara görünmedi¤inden ve baz› makamlarda cüz’î ve
adî bir hâdiseden yüksek bir fezleke-i tevhidi veya küllî
bir düsturu beyan etmekte münasebet bilinmedi¤inden,
bir kusur tevehhüm edilir. Meselâ, Hazret-i Yusuf
Aleyhisselâm, kardeflini bir hile ile almas› içinde,
1
l
º«/
?n
Y m
º r
?p
Y …/
P pq
?o
c n
¥r
ƒn
an
h
diye gayet yüksek bir düsturun
zikri, belâgatçe münasebeti görünmüyor. Bunun s›rr› ve
hikmeti nedir?
E l cevap :
Her biri birer küçük Kur’ân olan ekser
uzun surelerde ve mutavass›tlarda ve çok sahife ve ma-
kamlarda yaln›z iki-üç maksat de¤il, belki Kur’ân mahi-
yeti hem bir kitab-› zikir ve iman ve fikir, hem bir kitab-›
fleriat ve hikmet ve irflat gibi çok kitaplar› ve ayr› ayr›
dersleri tazammun ederek rububiyet-i ‹lâhiyenin her fle-
ye ihatas›n› ve haflmetli tecelliyat›n› ifade etmek cihetiy-
le, kâinat kitab-› kebirinin bir nevi k›raati olan Kur’ân, el-
bette her makamda, hatta bazen bir sahifede, çok mak-
satlar› takiben, marifetullahtan ve tevhidin mertebelerin-
den ve iman hakikatlerinden ders verdi¤i haysiyetiyle,
öbür makamda, meselâ, zahirce zay›f bir münasebetle
baflka bir ders açar ve o zay›f münasebete çok kuvvetli
münasebetler iltihak ederler. O makama gayet mutab›k
olur, mertebe-i belâgati yükselir.
SÖZLER | 741
Y
‹RM‹
B
Efi‹NC‹
S
ÖZ
elcevap:
cevap.
fehim:
anlay›fl.
fezleke-i tevhit:
tevhidin özeti.
fikir:
düflünce.
hâdise:
olay.
hakikat:
esas, gerçek.
haflmet:
ihtiflam, heybet.
haysiyet:
itibar.
hikmet:
her fleyin belirli gayelere
yönelik olarak, manal›, faydal› ve
tam yerli yerinde olmas›.
hile:
desise.
ifade:
anlatma, ders verme.
ihata:
kuflatma.
iltihak:
kar›flma, katma.
iman:
inanç, itikat.
irflat:
do¤ru yolu gösterme.
irflatkâr:
do¤ru yolu gösterici.
kâinat:
bütün âlemler, varl›klar.
k›raat:
okuma.
kitab-› kebir:
büyük kitap, kâ-
inat.
kitab-› fleriat:
kanun kitab›.
kitab-› zikir:
zikir kitab›.
kusur:
noksan, özür.
küllî:
umumî.
mahiyet:
nitelik.
makam:
durak, mevki, yer.
maksat:
gaye.
marifetullah:
Allah’› tan›ma, bil-
me.
mertebe:
derece.
mertebe-i belâgat:
belâgat dere-
cesi.
meselâ:
misal olarak.
muhavere:
konuflma.
mutab›k:
uygun.
mutavass›t:
orta hâlli.
mükâleme:
konuflma.
münasebet:
alâka, yak›nl›k; uy-
gunluk.
nazar:
bak›fl, itibar, gözlem.
nevi:
çeflit.
rububiyet-i ‹lâhiye:
Allah’›n ter-
biye edicili¤i.
sahife:
sayfa.
sathî:
derinli¤i az, yüzeysel.
s›r:
gizli ifl veya söz.
sual:
soru.
sure:
Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤›
114 bölümden her biri.
takiben:
takip ederek.
tarz:
biçim, suret.
tazammun:
içine alma.
tecelliyat:
tecelliler.
tevehhüm:
vehimlenme, zannet-
me.
tevhit:
Allah’›n birli¤i.
ulvî:
yüce.
umumî:
herkesle alâkal›.
zahir:
görünüfl itibar›yla.
zikir:
an›lma, hat›ra getirme.
adî:
baya¤›.
avam:
cahil halk tabakas›.
belâgat:
sözün düzgün, ku-
sursuz, yerinde ve makam›n
icab›na göre söylenmesi.
beyan:
anlatma, bildirme.
cazibedar:
çekici.
cihet:
yön.
cüz’î:
basit, önemsiz.
düstur:
kaide, prensip.
ehemmiyet:
önem.
ekser:
pek çok.
1.
Her bilenin üzerinde daha iyi bilen vard›r. (Yusuf Suresi: 76.)