Sözler - page 514

k›sa bir ömürde, dar bir yerde ve s›k›nt›l› bir hâlde çürü-
yüp tefessüh ederek, mes’uliyet-i maneviyeyi bedbaht
ruhuna yüklenecek, flu dünyadan göçüp gidecektir.
E¤er o istidat çekirde¤ini ‹slâmiyet suyu ile, iman›n zi-
yas›yla, ubudiyet topra¤› alt›nda terbiye ederek evamir-i
Kur’âniyeyi imtisal edip, cihazat-› maneviyesini hakikî
gayelerine tevcih etse, elbette âlem-i misal ve berzahta
dal ve budak verecek ve âlem-i ahiret ve Cennette had-
siz kemalât ve nimetlere medar olacak bir flecere-i bâki-
yenin ve bir hakikat-i daimenin cihazat›na cami k›ymet-
tar bir çekirdek ve revnaktar bir makine ve bu flecere-i
kâinat›n mübarek ve münevver bir meyvesi olacakt›r.
Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalp, s›r, ruh,
ak›l, hatta hayal ve sair kuvvelerin hayat-› ebediyeye yüz-
lerini çevirerek, her biri kendine lây›k hususî bir vazife-i
ubudiyet ile meflgul olmaktad›r. Yoksa, ehl-i dalâletin te-
rakki zannettikleri, hayat-› dünyeviyenin bütün incelikle-
rine girmek; ve zevklerinin her çeflitlerini, hatta en süflî-
sini tatmak için bütün letaifini ve kalp ve akl›n› nefs-i em-
mareye musahhar edip yard›mc› verse, o terakki de¤il,
sukuttur.
fiu hakikati bir vak›a-i hayaliyede, flöyle bir temsilde
gördüm ki: Ben büyük bir flehre giriyorum. Bakt›m ki, o
flehirde büyük saraylar var. Baz› saraylar›n kap›s›na bak›-
yorum; gayet flenlik, parlak bir tiyatro gibi, nazar-› dik-
kati celp eder, herkesi e¤lendirir bir cazibedarl›k vard›.
Dikkat ettim ki, o saray›n efendisi kap›ya gelmifl, it ile
âlem-i ahiret:
ahiret âlemi.
âlem-i misal:
görüntüler âlemi.
bedbaht:
talihsiz.
berzah:
ruhlar›n k›yamete kadar
bekleyece¤i, dünya ile ahiret ara-
s›ndaki yer.
cazibedar:
çekici.
celp:
çekme.
cihazat-› maneviye:
manevî or-
ganlar; hisler ve duygular.
ehl-i dalâlet:
küfür içinde olanlar.
evamir-i Kur’âniye:
Kur’ân’›n
emirleri.
gaye:
maksat, hedef.
hadsiz:
s›n›rs›z.
hakikat-i daime:
devam eden
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hayat-› dünyeviye:
dünya haya-
t›.
hayat-› ebediye:
ebedî ve son-
suz hayat, ahiret hayat›.
hususî:
özel, flahsî.
iman:
Allah’a inanma.
imtisal:
kullanma.
istidat:
potansiyel kabiliyet, ye-
tenek.
kemalât:
mükemmellikler.
kuvve:
his ve duygu.
letaif:
duygular, hisler.
medar:
vesile.
mes’uliyet-i maneviye:
manevî
sorumluluk.
meflgul:
ilgilenmek.
musahhar:
boyun e¤en, emir al-
t›na giren.
mübarek:
bereketli.
münevver:
nurlanm›fl.
nazar-› dikkat:
dikkatli bak›fl,
merak.
nefs-i emmare:
insan› kötülü¤e
sürükleyen nefis.
nimet:
iyilik, ihsan.
revnaktar:
parlak.
sair:
di¤er.
sukut:
düflme, afla¤› inme.
süflî:
baya¤›, adî.
s›r:
kalbe konulan bir duygu.
flecere-i bâkiye:
ebedî a¤aç.
flecere-i kâinat:
kâinat a¤ac›,
a¤aca benzeyen kâinat.
tefessüh:
bozulma, da¤›lma.
temsil:
benzetme, örnek.
terakki:
ilerleme, geliflme.
tevcih:
yöneltme.
ubudiyet:
kulluk.
vak›a-i hayaliye:
hayali olay.
vazife-i ubudiyet:
kulluk va-
zifesi.
ziya:
›fl›k, ayd›nl›k.
514 | SÖZLER
Y
‹RM‹
Ü
ÇÜNCÜ
S
ÖZ
1...,504,505,506,507,508,509,510,511,512,513 515,516,517,518,519,520,521,522,523,524,...1482
Powered by FlippingBook