Sözler - page 1279

kudretiyle bulunduğunu, hiçbir tahayyüz ve temek-
küne muhtaç olmadığını ve uzaklık ve güçlük ve
tabakat-ı vücudun perdeleri Onun kurbiyetine ve
tasarrufuna ve şuhuduna mâni olmadığını ve mad-
dîlerin, mümkinlerin, kesiflerin, kesirlerin, mah-
dutların hassaları Onun dâmen-i izzetine yanaşa-
madığını; ve tagayyür ve tebeddül ve tahayyüz ve
tecezzi gibi emirlerden mücerret, münezzeh, mü-
berra ve mukaddes olduğunu gayet güzel bir su-
rette ispat eder. Bu İkinci Mevkıfın hatimesinde
sırr-ı ehadiyete dair Arabiyyülibare gayet mühim
bir parça tercümesiyle beraber gayet parlak bir su-
rette çok mesail-i mühimmeyi ifade eder. Husu-
san insanın muhasebe-i a’mali için haşir ve neşri
yapmak, koca kâinatı tağyir ve tebdil ve tahrip ve
tamir etmek sırrını beyan eder.
ÜÇÜNCÜ MEVKIF
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
1020
(1)
@p
Qho
ôo
¨r
dG o
´Én
àn
e s
’p
G BÉ n
«r
ft
ódG o
I'
ƒ«n
?r
G Én
en
h @
(2)
o
¿Gn
ƒn
«n
?r
G n
»p
¡ n
d n
In
ôp
N'
’r
G n
QGs
ódG s
¿p
G
ayetlerinin mealinde-
ki yüzer ayatın mühim bir hakikatini gayet mühim
bir muvazene ile beyan eder. Ehl-i dalâlet hakkın-
da hayat-ı dünyeviye ne kadar müthiş neticeler ge-
tirdiğini ve ehl-i hidayet hakkında ne kadar güzel
neticeler ve gayeler verdiğini gösterir. Hususan
muhabbet hakkındaki semerat-ı dünyeviye ve uh-
reviye, ehl-i dalâlet için ne kadar elîm, ehl-i hida-
yet için ne kadar hoş olduğunu gösterir.
kesif:
yoğun.
kesir:
bol; çok.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
kurbiyet:
yakınlık.
maddî:
maddeye ait, cismanî.
mahdut:
sınırlanmış.
mâni:
engel; engel olan alıkoyan.
meal:
anlam, mana.
mesail-i mühimme:
önemli so-
runlar, problemler.
muhasebe-i a’mal:
yapılıp edi-
lenlerin.
muhtaç:
ihtiyacı olan, gereksinim
sahibi.
mukaddes:
takdis edilmiş, müba-
rek.
müberra:
temize çıkmış, aklan-
mış.
mücerret:
soyut; saf, halis.
mümkin:
var edilmiş olanlar.
münezzeh:
bir şeye ihtiyacı bu-
lunmayan, tenzih edilmiş, uzak,
beri.
neşir:
kıyamet günü bütün ölüle-
rin dirilmesi.
rububiyet:
Cenab-ı Allah’ın her
zaman, her yerde, her mahlûka
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onları terbiye etmesi, besleyicili-
ği, tedbirinde bulundurması.
sem’:
işitme, işitiş, duyma.
sır:
giz; insanın aklının erişemedi-
ği İlâhî hikmet.
sırr-ı ehadiyet:
Allah’ın her bir
varlıkta ayrı ayrı gözlenen, onlar-
da yansıyan birlik tecellisinin sırrı,
gizi.
silsile-i eşya:
obje zinciri, cansız
varlıklar zinciri.
suret:
biçim, tarz.
sür’at-i cereyan:
akış, oluşun hız-
lılığı, hızı.
şuhut:
görüş, vâkıf olma, haberli
olma.
tabakat-ı vücut:
varlık sınıfları.
tagayyür:
değişme, başkalaşma;
bozulma.
tağyir:
değiştirme.
tahayyüz:
yer tutma, yer alma.
tahrip:
harap etme, yıkma, boz-
ma.
tamir:
onarma, düzeltme.
tasarruf:
güzel idare etme; kul-
lanma hakkı.
tebdil:
dönüştürme.
tebeddül:
başkalaşma, değişme.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bölün-
me.
temekkün:
mekân tutma, yer
tutma, yerleşme.
tercüme:
bir sözü bir dilden baş-
ka bir dile çevirme; çeviri.
vesait:
vasıtalar, sebepler.
zahirî:
görünen.
Arabiyyülibare:
Arabca söz.
ayat:
Kur’ân ayetleri.
basar:
görme.
beyan:
anlatma, açıklama.
cilve:
yansıma.
dâmen-i izzet:
Cenab-ı Hak-
kın Zat, isim, sıfat ve kudsî
hâlleri bakımından, her türlü
kusur ve noksandan uzak
oluş vasfı için yapılan bir ben-
zetme, “yücelik, şereflilik ete-
ği” anlamında.
emir:
buyruk, buyrultu; olgu.
esbap:
nedenler, sebepler.
gayet:
son derece.
hâl:
durum, vaziyet.
hâlî:
bir şeyden uzak, müs-
tesna.
hassa:
özellik.
haşir:
bütün insanların, kıya-
metten sonra, tekrar diriltilip
mahşerde toplanmaları.
hatime:
son.
hususan:
özellikle.
ifade:
anlatma; ders verme.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
1.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. • Dünya hayatı ise aldatıcı bir menfaatten başka bir
şey değildir. (Âl-i İmran Suresi: 185.)
2.
Asıl hayata mazhar olan ise ahiret yurdudur. (Ankebut Suresi: 64.)
SÖZLER | 1279 |
F
İHRİST
1...,1269,1270,1271,1272,1273,1274,1275,1276,1277,1278 1280,1281,1282,1283,1284,1285,1286,1287,1288,1289,...1482
Powered by FlippingBook