hadsiz geniş mesaili o temsil içinde derç edip gös-
terir. Ve zeylinde gayet lâtif birkaç mesele var ki,
hakikat oldukları hâlde şiirin en parlak ve geniş
hayalinden daha parlak, daha geniştir.
İKİNCİ MEVKIF
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
984
(1)
o
ón
ªs
°üdG *n
G @ l
ón
Mn
G *G n
ƒo
g r
?o
b
’in hakikatine dair
sırr-ı ehadiyete ve vahdete gelen teşkikat ve evha-
mı izale eder. Ehl-i dalâletin, ehl-i tevhide karşı et-
tikleri itirazatı kat’î bir surette reddediyor. Birinci
Mevkıftan daha kuvvetli, ayat-ı Kur’âniyenin vah-
daniyete dair mu’cizâne ispatlarını gösterir. Eha-
diyet-i Zatiye ile bütün eşyayı birden bir anda ted-
bir ve terbiye etmek olan hakikat-i muazzama-i
Kur’âniyeyi gayet güzel ve vazıh bir temsil ile is-
pat eder. Aklı ikna ve kalbi teslime mecbur eder.
Ve bilhassa bu İkinci Mevkıfın hatimesinden evvel
ikinci temsilin neticesinde Zat-ı Akdes-i İlâhiyeden
hiçbir şey saklanmadığını ve hiçbir şey Ondan
gizlenemediğini, hiçbir fert Ondan uzak kalmadı-
ğını, hiçbir şahıs külliyet-i kudsiye kesb etmeden
Ona yanaşamadığını; ve rububiyetinde ve tasarru-
funda bir iş bir işe mâni olmadığını; ve hiçbir yer
Onun huzurundan hâlî kalmadığını, her şeyde
bakar ve işitir sem’ ve basarının cilvesi bulundu-
ğunu, silsile-i eşya emirlerinin sür’at-i cereyanla-
rına birer tel, birer damar hükmüne geçtiğini,
esbap ve vesait sırf zahirî bir perde olduğunu, hiç-
bir yerde bulunmadığı hâlde her yerde ilim ve
adet:
sayı, miktar.
ayat:
Kur’ân ayetleri.
ayat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın ayet-
leri.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beyan:
anlatma, açıklama.
bilhassa:
özellikle, hususan.
bütün:
hep, hepsi.
dair:
ilgili.
delil:
kanıt, belge.
derç:
sokma.
ehadiyet-i zatiye:
Allah’ın zatına
ait birlik.
ehl-i dalâlet:
yoldan çıkanlar, az-
gın ve sapkın kimseler.
ehl-i tevhid:
Cenab-ı Hakkın birli-
ğine inanan ve sadece bir Allah’a
bağlanıp ibadet eden kimse.
eşya:
şeyler, cansız varlıkların
hepsi.
evham:
vehimler, kuşkular.
evvel:
önce.
fert:
şahıs, kişi.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i muazzama-i Kur’âni-
ye:
Kur’ân’ın çok büyük, önemli
gerçeği.
hâl:
durum, vaziyet.
hatime:
bir eserin sonuç kısmı.
hayal:
hülya; kuruntu, sanı.
ikna:
bir kanaati, fikri, düşünceyi
kabul ettirme.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
itirazat:
itirazlar, karşı çıkmalar.
izale:
giderme, giderilme; ortadan
kaldırma.
kâinat:
yaratılmış şeylerin tama-
mı.
kalb:
insanın manevî bünyesin-
deki hislerin ve duyguların mer-
kezi.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kesb:
çalışıp, kazanma.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama.
külliyet-i kudsiye:
genel, kap-
samlı bir kutsallık.
lâtif:
tatlı, nazik, narin.
mantıkî:
akla uygun, mantık ku-
rallarına uygun.
meal:
anlam, mana.
mecbur:
zorunda bırakılma.
mesail:
konular.
mesele:
sorun, problem.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekilde.
muhal:
imkânsız.
muhavere-i temsiliye:
benzet-
melere dayanan konuşma.
muhtaç:
gereksinim, ihtiyaç için-
de olma.
mühim:
önemli.
mümteni:
imkânsız; olamaz-
lık.
netice:
sonuç.
red:
reddetme.
Samed:
herkesin ihtiyaç duy-
duğu, Onun kimseye ihtiyacı
olmayan Allah.
sırr-ı ehadiyet ve vahdet:
her bir varlıkta ve varlık âle-
minin bütününde görülen bir-
lik sırrı.
suret:
biçim, tarz.
şahıs:
kişi, kimse, fert.
şirk:
Allah’a ortak koşma.
tart:
kovma.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
temsil:
örnek; benzetme.
terbiye:
besleme, yetiştirme,
büyütme; besleyip büyütme.
teslim:
doğrulama, doğru ol-
duğunu kabul etme.
teşkikat:
kuşkuya düşürme-
ler, şüphede bırakmalar.
vahdaniyet:
birlik, teklik.
vazıh:
açık, ayan.
Zat-ı Akdes-i İlâhiye:
en
kudsî ve en mübarek sıfatla-
rın sahibi olan Allah’ın Zatı.
zerrat:
zerreler, atomlar,
atom altı parçacıklar.
zeyil:
ek, ilâve.
1.
De ki: O Allah birdir. • O Allah’tır, Samed’dir; her şey Ona muhtaçtır, O ise hiçbir şeye muh-
taç değildir. (İhlâs Suresi: 1-2.)
F
İHRİST
| 1278 | SÖZLER