bildim. Ondan sonra okumaya başladım. Ondan sonra,
belki kırk defadan fazla ele aldıkça, yine o sahife açılıyor-
du. Nihayet arkadaşlarıma hikâye ettim. Onlar da hayret
içinde hayrette kaldılar. Dedim: “Bu,
Celcelûtiye
’nin bir
kerametidir. Sizleri değil, başkalarını ikna edecek maddî
delil elimde yok, yalnız benim müşahedatım var. Benim
müşahedatım başkasına hüccet olamaz. Ben de şimdiye
kadar delilsiz davaları yazmak âdetim değildi. Fakat ma-
dem şu tevafuk aciptir; elbette işarettir ki, ‘Beni yaz!’
İnanmayana kendini inandıracak ki, yazdırmak istiyor.”
Cenab-ı Hakka yüz bin şükrediyorum ki, bana hem bü-
yük bir teselli, hem davama büyük bir delil gösterdi. Ve
tevafukun beş altı nev’i bize ve mesleğimize medar-ı im-
tiyaz ve vesile-i teşvik olarak verilmiş. Ve her me’yusiyet
ve gevşeklik zamanımızda bir kamçı-i teşvik ve bir kera-
met-i hizmet-i Kur’âniyeye medar bir tevafuk-ı lâtife im-
dadımıza yetiştiği gibi, bu defa da yetişti. Evet, kalben ga-
yet alâkadar olduğum kardeşlerimin müfarakat zamanı-
nın pek yakın olduğu bir zamanda ve hapiste yalnız kala-
cağım bir anda ve üç ayda yetmiş defa acip bir tarzda ba-
na açılan bir sahifenin kerametini dava ettiğim ve delilsiz
kaldığım bir hengâmda Hz. Ali’nin (
RA
)
Celcelûtiye
kasi-
desinin yetmiş defa bilâistisna bana açılan
(1)
o
? o
Q r
ón
b s
?n
L …/
òs
dG p
ºr
°Sp
’r
G n
? p
eÉn
MÉn
«n
a
’den başlayan üç-dört
satırda üç-dört kuvvetli emare ve delil vardır ki,
(2)
p
ºr
°Sp
’r
G n
? p
eÉn
MÉn
«n
a
hitab-ı umumîsinde bize hususî bakıyor.
acip:
şaşılan ve hayret uyandıran,
garip.
âdet:
usul, alışkanlık.
alâkadar:
ilgili, münasebetli.
bilâistisna:
istisnasız.
Celcelûtiye:
ebcet cifir hesabıyla
alâkalı Hz. Ali tarafından telif edi-
len Süryanîce bir kaside.
Cenab-ı Hak:
Allah.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
delil:
bir meseleyi ispata yarayan
şey, bürhan.
emare:
alâmet, belirti.
gayet:
son derece.
hayret:
şaşkınlık.
hengâm:
zaman, sıra.
hikâye:
anlatma.
hitab-ı umumî:
genel, herkese hi-
tap.
hususî:
özel.
hüccet:
delil, bürhan.
ikna:
bir fikri, düşünceyi kabul
ettirme, inandırma.
imdat:
yardım.
işaret:
dolaylı gösterme, alâ-
met.
kalben:
kalb ile, gönülden.
kamçı-i teşvik:
teşvik kamçısı.
kaside:
belli bir amaçla yazıl-
mış şiir ve bu şiirin nazım şekli.
keramet:
Allah’ın velî kulların-
da görülen olağanüstü hâller.
keramet-i hizmet-i Kur’âni-
ye
: Kur’ân hizmetinin kerame-
ti.
maddî:
somut.
medar:
sebep, vesile.
medar-ı imtiyaz:
farklı ve üs-
tün olma sebebi.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
müfarakat:
ayrılık.
müşahedat:
gözlemler.
nevi:
tür, çeşit.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibi-
ni tanıma ve ona karşı minnet
duyma.
tarz:
biçim, suret.
teselli:
avunma.
tevafuk:
uygunluk.
tevafuk-ı lâtife:
güzel müna-
sebet, uyumluluk.
vesile-i teşvik:
istek uyandır-
ma sebebi, vesilesi.
1.
Ey ismiyle müsemma kadri yüce zat!
2.
Ey ismiyle müsemma olan.
Y
İRMİ
S
EKİZİNCİ
L
EM
’
A
| 212 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ