Hazret-i İmam-ı Ali’nin Radıyallahü Anhü mühim bir şa-
kirdi olan İmam-ı Gazalî’nin (
KS
) başı üstünde bu bîçare
talebesine şefkatkârâne, tesellidarâne en sıkıntılı bir za-
manda bakması acip değil, belki lâzımdır ve öyle olmak
gerektir. Risale-i Nur’a üç fıkrasında kuvvetli işaret eden
Hazret-i Ali’nin (
RA
) kaside-i
Celcelûtiye
’sinin hiçbir cihet-
le tesadüfe hamledilemez tevafuklu bir kerametini beyan
etmeye mecbur oldum. Şöyle ki:
Üç aydan beri her gün o kasideyi okuyorum. Yalnız, se-
kiz sahifeyi halledemediğim bir vefka dair olduğu cihetle,
okumuyordum. Fakat ahirinde
»/
¡'
dp
G u
?n
°Un
h
’den başlayan
ahirki iki sahifeyi ötekilerle beraber okurdum. Yetmiş de-
fa kat’î, belki tahminime göre yüze yakın defalarda, her
defa istisnasız, ne vakit elime alıp baştan okuduktan son-
ra ahirîni açarken
?o
Qr
ón
b s
?n
L …/
òs
dG p
ºr
°Sp
’r
G n
?p
eÉn
MÉn
«n
a
ile başla-
yan sahife açılıyordu. Ben hayret ediyordum. Onu oku-
mayarak iki sahife sonra
»
p
¡'
dp
G u
?n
°Un
h
ile başlayan iki sahi-
fe ahirîni okuduklarıma zammederdim. Her ne vakit baş-
tan okuduğum ve terk ettiğim sekiz sahifeye gelirken, ki-
tabın bâkî kalan yüze yakın sahifeleri içinde, açtıkça yine
p
ºr
°Sp
’r
G n
? p
eÉn
MÉn
«n
a
sahifesi açılıyordu. Hayret içinde hayret edi-
yordum. Elli defadan sonra dedim: “Acaba bu sahife
neden açılıyor? Onu da okusam ne olur?” Baktım ki,
kaside-i Celcelûtiye
’yi okuduğum maksadın neticesini o
sahife gösteriyor. Ben terk ettiğimden hata ettiğimi
acip:
garip.
ahir:
son.
bâkî:
geride kalan.
beyan:
anlatma, bildirme.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
dair:
alâkalı.
fıkra:
bend, fasıl.
haml:
yüklenme, isnat.
hata:
yanılma.
hayret:
şaşkınlık.
istisna:
kaide dışı bırakma.
işaret:
gösterme, dolaylı bil-
dirme.
kaside:
belli bir amaçla yazıl-
mış şiir ve bu şiirin nazım şekli.
kaside-i Celcelûtiye:
Hz.
İmam-ı Ali’nin Hz. Peygambe-
rin derslerine istinaden kale-
me aldığı ve aslı cifir ve ebcet
hesabı ile alâkalı olarak telif
edilen Süryanîce kaside.
kat’î:
kesin.
keramet:
Allah’ın velî kulların-
da görülen olağanüstü hâller.
lâzım:
gerekli.
maksat:
kastedilen, istenen.
mühim:
önemli.
netice:
sonuç.
sahife:
sayfa.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkatkârâne:
şefkatli bir şe-
kilde.
tahmin:
aşağı yukarı belirle-
me, hemen hemen bilme.
talebe:
öğrenci.
terk:
bırakma, bakmama.
tesadüf:
rastlantı.
tesellidarâne:
teselli ederek.
tevafuk:
uygunluk.
vakit:
zaman.
vefk:
uygunluk.
zammetme:
katma, ekleme,
ziyade etme.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 211 |
Y
İRMİ
S
EKİZİNCİ
L
EM
’
A