Œ
2 5 7
œ
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ñ°n
ùo
j s
’p
G mr
Ån
°T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
(3)
¬o
JÉn
cn
ôn
Hn
h $G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µr
«n
?n
Y o
?n
Ós
°ùdn
G
[Mahkeme-iKübra’yaŞekvave
MüdafaatınBirHaşiyesidir.]
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
Bu mealde adaletperver demokratlara istida yazabilir-
siniz. Hastayım, siz nasıl münasipse öyle yapınız. Avuka-
tımızdan, bir gün evvel aldığımız mektupta “kitaplarımı-
zın suç mevzuu olan ve olmayanlarını tefrik etmeye
çalışıyorlar” diye haber verdi. Şimdiye kadar yaptıkları
gibi, yine hiçbir kanuna uymayan bir tarzda, binler ke-
lime içinde bir risalede birtek kelimeyi bahane edip suç
mevzuu yapmak, o risaleyi vermemek suretiyle nurların
intişarına garazkârâne mâni olmak fikriyle, hem karar-
nâmelerini Mahkeme-i temyizce bütün bütün bozan o
kararnamede suç mevzuu gösterdikleri, bizim aleyhimizde
olmadığı hâlde müddeiumumînin iddianâmesine karşı Ha-
ta-savab Cedvelinde seksen bir hatasını ve garazkârlığını
kat’î ispat ettiğimiz hâlde, şimdi aynı garazkârlıkla dört
yüz sahife
Zülfikar
risalesini, birkaç satır
tesettür
ve irsi-
yet hakkındaki, yüz bin tefsirin aynı manayı söyledikleri-
ne binaen otuz kırk sene evvel yazılan cümlelerini suç
mevzuu yapıp, o mecmua-i azîmeyi müsadere edip bize
vermemek, dünyada hangi kanun buna müsaade eder?
adaletperver:
adalet sever.
aleyh:
karşı, karşıt.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bahane:
asıl sebebi gizlemek için
ileri sürülen uydurma sebep.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
evvel:
önce.
garazkâr:
haset eden, kin güden,
kötü kasıt sahibi.
garazkârâne:
hasetle.
haber:
bilgi.
haşiye:
dipnot.
hata-savab cetveli: yanlış-doğru
listesi, tablosu.
iddianame:
iddia yazısı, savcının
bir dava konusundaki iddialarını
toplamış olduğu, isnat ettiği suç
ve delilleri de içine alan yazısı.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
irsiyet:
varis olma, mirasçılık.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
istida:
dilekçe.
kararname:
sorgu hakiminin ha-
zırladığı, suçlamaya veya akla-
maya dair resmi yazı.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
mahkeme-i kübra:
en büyük
mahkeme, öldükten sonra bütün
insanların diriltilerek Allah huzu-
runda hesaba çekileceği mah-
keme.
mahkeme-i Temyiz:
temyiz mah-
kemesi, mahkeme kararlarının yo-
lunda verilip verilmediğini tetkik
etmekle görevli makam, yargıtay.
mâni:
engel.
meal:
mana, anlam, mefhum.
mecmua-i azîme:
büyük toplu-
luk.
mevzu:
konu.
müdafaat:
müdafaalar, savunma-
lar.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
3.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı üzerinize olsun.
| 554 | Emirdağ Lâhikası – ıı
müddeiumumî:
savcı.
münasip:
uygun.
müsaade:
izin.
müsadere:
işlenen bir suç kar-
şılığı olarak, suçlunun malının
bütünü veya bir bölümü üs-
tündeki sahipliğine son veril-
mesi ve bu sahipliğin bir başka
kuruluşa devredilmesi.
risale:
Risâle-i Nur Külliyatını
meydana getiren kitaplardaki
her bir bağımsız bölüm.
sahife:
sayfa.
satır:
bir sayfa üzerinde yan
yana dizilmiş kelimeler; yazı
sırası.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
suretiyle:
tarzıyla, biçimiyle,
yoluyla.
şekva:
şikayet.
tarz:
biçim, şekil.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayrı
tutma.
tefsir:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıkla-
mak maksadıyla yazılan kitap.
tesettür:
örtünme, gösteril-
mesi dinen yasak olan kısım-
ların örtülmesi.