tarafından yakılmasına karar verilmek gibi, arz ve sema-
vatı hiddete getirecek ve mevcudatı ağlatacak derecede-
ki bir hükmü haber aldık. Hâlbuki yüz on dokuz parça-
dan müteşekkil risale-i nur külliyatından olan bu büyük
mecmuaların parçaları da risale-i nur külliyatıyla bera-
ber 1944 senesinde denizli Ağır Ceza Mahkemesinde
müttefikan beraat verilmiş ve yüksek temyiz Mahkeme-
si tasdik etmiştir. kaziye-i muhkeme hâline gelmiş ve bü-
tün eserler, müellif-i muhteremine ve sahiplerine iâde
edilmiştir. son Afyon Mahkemesinde de Halk partisi hü-
kûmetinin komünist vekilinin hususî emirleriyle verdiği
garazkâr hükmü, kahraman demokratların adliye vekili,
eski temyiz Mahkemesinin âdil reis-i muhteremi esasın-
dan nakzetmiştir. nihayet af kanunu ile, gaddarâne giriş-
tikleri ve içinden çıkamadıkları iftira ve ithamların üzeri-
ne perde çekmişler ve afla neticelendirmişlerdir.
Hakikat bu merkezde iken ve şimdi eski hükûmete
binler hakaretli neşriyatlar, bütün hürriyetle devam eder-
ken ve dört yüz sayfalık gayet hak ve hakikatlı bir mec-
muanın iki sayfasında bir ayetin tefsirini, garaz ve baha-
neyle medar-ı mes’uliyet yapıp o mecmuanın imha cihe-
tine gidilmiş. doğrudan doğruya eski zalim parti hesabı-
na şu maksada matuftur ki, yüz binlerle nur talebeleri-
ni demokratlar aleyhine çevirip, demokrat partisinin
sessiz, sadasız, gösterişsiz, fakat dindarlıklarıyla gayet
muhkem bir istinatgâhını yok etmek ve demokrat hükû-
metini yıkmaktır. Bu müthiş ve şeytanî plânın akim
âdil:
adaletli olan, doğruluk gös-
teren.
akim:
neticesiz, sonu yok, başarı-
sız.
aleyh:
karşı, karşıt.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
bahane:
asıl sebebi gizlemek için
ileri sürülen uydurma sebep.
beraat:
serbest kalma, suçsuz bu-
lunma, aklanma.
cihet:
yön, sebep, vesile.
gaddarâne:
zalimce, gaddarca,
merhametsizce, haincesine.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca niyet,
kin.
garazkâr:
haset eden, kin güden,
kötü kasıt sahibi.
gayet:
son derece.
haber:
bilgi, bilgilendirme.
hakaret:
saygı göstermeme, alçak
görme, aşağılama.
hakikat:
gerçek, doğru.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hususî:
özel.
hüküm:
verilen karar.
iade:
geri verme.
iftira:
aslı olmadan birine suç yük-
leme, olmayan bir suçu başkasına
yükleme.
imha:
ortadan kaldırma, mah-
vetme.
istinatgâh:
dayanak noktası, gü-
venilecek yer.
itham:
töhmetlendirme, suçlu
görme.
kaziye-i muhkeme:
tam, sağlam
| 536 | Emirdağ Lâhikası – ıı
hüküm; temyizin tasdikinden
geçmiş, değişmez hâle gelmiş
mahkeme kararı.
komünist:
bütün malların or-
taklaşa kullanıldığı ve özel
mülkiyetin olmadığı iddiasında
bulunan düzen in mensubu
olan kimse.
külliyat:
bir yazarın basılmış
eserlerinin tamamı.
maksat:
kast, amaç, düşünce.
matuf:
yöneltilen, döndürülen.
medar-ı mes’uliyet:
sorumlu-
luk sebebi.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahluklar.
muhkem:
sağlam, dayanıklı.
müellif-i muhterem:
muhte-
rem müellif, saygıdeğer yazar.
müteşekkil:
meydana gelmiş,
kurulmuş.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
müttefikan:
ittifak ederek,
hep beraber, birlikte.
nakz:
bozma, çözme, kırma,
yıkma.
neşriyat:
yayınlar.
nihayet:
en sonunda.
Nur:
Risale-i Nur.
reis-i muhterem:
saygıdeğer
reis, başkan.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
semavat:
semalar, gökler.
şeytanî:
şeytana ait, şeytana
has, şeytanla ilgili.
talebe:
öğrenci.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tefsir:
Yorum, şerh.
temyiz mahkemesi:
bir dava-
nın kararının bir üst mahkeme
tarafından tekrar incelenmesi.
zalim:
merhametsiz, gaddar.