Asâ-yı Mûsa - page 131

şükür ve takdis içinde bir geniş ve ihatalı ve şuurkârâne
bir ubudiyetle mukabele etmesi lâzım ve kat’îdir. Ve şu-
ursuz cemadat ve erkân-ı azîme-i kâinat hesabına o va-
zifeyi ancak hadsiz melekler görebilir. Ve o saltanat-ı ru-
bubiyetin her tarafta, serâda, süreyya’da, zeminin teme-
linde, dışında hakîmâne ve haşmetkârâne icraatını onlar
temsil edebilir.
Meselâ, felsefenin ruhsuz kanunları pek karanlık ve
vahşetli gösterdikleri hilkat-i arziye ve vaziyet-i fıtriyesini
bu meyve ile nurlu, ünsiyetli bir tarzda “sevr” ve “Hut”
namlarındaki iki meleğin omuzlarında, yani nezaretlerin-
de; ve cennetten getirilen ve fânî küre-i arzın bâkî bir te-
mel taşı olmak, yani ileride bâkî cennete bir kısmını dev-
retmeye bir işaret için, “sahret” namında uhrevî bir
madde, bir hakikat gönderilip, sevr ve Hut meleklerine
bir nokta-i istinat edilmiş diye Benî İsrail’in eski peygam-
berlerinden rivayet var ve İbni Abbas’tan dahi mervidir.
Maatteessüf bu kudsî mana, mürur-i zamanla bu teşbih
avamın nazarında hakikat telâkki edilmekle, aklın hari-
cinde bir suret almış. Madem melekler havada gezdikle-
ri gibi toprakta ve taşta ve yerin merkezinde de gezerler;
elbette onların ve küre-i arzın üstünde duracak cismanî
taş ve balığa ve öküze ihtiyaçları yoktur.
Hem, meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince
başlar ve o nevilerin fertleri sayısınca diller ve o fertlerin
âzâ ve yaprak ve meyveleri miktarınca tesbihatlar yaptı-
ğı için, elbette o haşmetli ve şuursuz ubudiyet-i fıtriyeyi
bilerek, şuurdarâne temsil edip, dergâh-ı İlâhiyeye tak-
dim etmek için, kırk bin başlı ve her başı kırk bin dil
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 131 |
on BirinCi mesele
lerek belirteyim ki.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
mervi:
rivayet edilen, nakledilen.
meselâ:
örneğin.
mukabele:
karşılık verme, karşıla-
ma.
mürur-ı zaman:
zamanın geçme-
si, zaman aşımı; zamanla.
nam:
ad, isim.
nazar:
bakış, dikkat.
nevî:
çeşit, tür.
nezaret:
gözetme, bakma, kontrol
etme.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlahî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, nebi.
rivayet:
bir haber, söz veya olayı
nakletme.
ruh:
hayat ve canlılık veren şey.
sahret:
büyük sert taş, kaya.
saltanat-ı Rububiyet:
kâinatı ter-
biye ve idare edici olan Allah’ın
saltanatı.
serâ:
arz, yeryüzü.
sevr:
öküz, boğa.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
süreyya:
Ülker yıldızı, pervin.
şuurdarâne:
şuura dayalı olarak,
şuurlu bir şekilde.
şuurkârâne:
şuurluca, şuurlu bir
şekilde.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini ta-
nıma ve ona karşı minnet duyma.
takdis:
yüceltme, mukaddes say-
ma, kudsî ve mübarek sayma.
tarz:
biçim, şekil.
telâkki:
anlama, kabul etme.
temsil:
birinin, bir topluluğun adı-
na hareket etme.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı Hak-
kın bütün noksan sıfatlardan uzak
ve bütün kemal sıfatlara sahip ol-
duğunu ifade eden sözler.
teşbih:
benzetme.
ubudiyet:
kulluk.
ubudiyet-i fıtriye:
fıtrî, kainattaki
her bir yaratığın kendine has hal
diliyle yaptığı kulluk.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk.
vahşet:
yabanî ve vahşi olan şey,
medeniyetin zıddı.
vazife:
görev.
vaziyet-i fıtriye:
fıtrî, yaratılıştan
gelen durum, hal.
zemin:
yeryüzü
avam:
kültürlü, yüksek taba-
kadan olmayan; cahil halk ta-
bakası.
aza:
organlar, uzuvlar.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
benîisrail:
İsrailoğulları, Yahu-
diler.
cemadat:
cansızlar, cansız ya-
ratıklar, katı cisimler.
cismanî:
maddî ve cisimli ol-
mak.
dergâh-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hak-
kın dergâhı, kapısı, katı.
erkân-ı azîme-i kâinat:
varlık
âleminin büyük sağlam,
önemli direkleri, destekleri.
fânî:
ölümlü, geçici.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hakimane:
hikmetli bir şekil-
de.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
haşmetkârane:
haşmetlice,
haşmetli bir şekilde.
haşmetli:
ihtişamlı, gösterişli,
heybetli.
hilkat-i arzıye:
yeryüzünün
yaratılışı.
Hut:
büyük balık.
icraat:
işler.
ihatalı:
kuşatıcı.
kanun:
yasa.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzü-
1...,121,122,123,124,125,126,127,128,129,130 132,133,134,135,136,137,138,139,140,141,...570
Powered by FlippingBook