Asâ-yı Mûsa - page 122

Birisi
: Her insan, kıymetli bir sözünü ve fiilini bâkî-
leştirmek için, iştiyakla kitabet ve şiir, hatta sinema ile
hıfzına çalışır. Hususan, o fiillerin cennette bâkî meyve-
leri bulunsa, daha ziyade merak eder. kiramen kâtibîn,
insanın omuzlarında durup, onları ebedî manzaralarda
göstermek ve sahiplerine daimî mükâfat kazandırmak o
kadar bana şirin geldi ki, tarif edemem.
sonra, ehl-i dünyanın beni hayat-ı içtimaiyedeki her
şeyden tecrit etmek için bütün kitaplarımdan ve dostla-
rımdan ve hizmetçilerimden ve teselli verici işlerden ayrı
düşürmeleriyle beraber, gurbet vahşeti beni sıkarken ve
boş dünya başıma yıkılırken, melâikeye imanın pek çok
meyvelerinden birisi imdadıma geldi; kâinatımı ve dün-
yamı şenlendirdi, melekler ve ruhanîlerle doldurdu, âle-
mimi sevinçle güldürdü. Ve ehl-i dalâletin dünyaları vah-
şet ve boşluk ve karanlıkla ağladıklarını gösterdi.
Hayalim, bu meyvenin lezzetiyle mesrur iken, umum
peygamberlere imanın pek çok meyvelerinden buna
benzer bir tek meyvesini aldı, tattı. Birden, bütün geçmiş
zamanlardaki enbiyalarla yaşamış gibi, onlara imanım ve
tasdikim, o zamanları ışıklandırdı ve imanımı küllî yapıp
genişlendirdi ve ahir zaman peygamberimizin imana ait
olan davalarına binler imza bastırdı, şeytanları susturdu.
Birden, Hikmetü’l-İstiaze lem'asında kat'î cevabı bulu-
nan bir sual kalbime geldi ki:
ahir zaman:
dünyanın son zamanı
ve son devresi, dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
âlem:
dünya, cihan.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalıcı
olan.
daimî:
sürekli, devamlı.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimseler.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dünya
adamı, ahireti düşünmeyen.
enbiya:
nebiler, peygamberler.
fiil:
iş, hareket.
gurbet:
yabancı yere gidip kalma,
doğup büyünülen yerler dışında
kalma.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hıfz:
ezberleme, zihinde saklama,
hatırda tutma.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iman:
inanma, itikat.
imdat:
yardım.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla arzu
etme.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
Kiramen Kâtibin:
yazıcı me-
lekler, insanların iki tarafında
bulunup, sevaplarını ve gü-
nahlarını yazan meleklerin adı.
kitabet:
kâtiplik, yazma.
kıymet:
değer.
küllî:
umumî, genel.
melâike:
melekler.
mesrur:
sevinçli, memnun,
şen, sürurlu.
mükâfat:
iyi bir iş, hizmet ve-
ya başarıdan ötürü verilen
şey, ödül.
peygamber:
Allah tarafından
haber getirerek İlahî emir ve
yasakları insanlara tebliğ eden
elçi, nebi.
ruhanî:
gözle görülmeyen, cis-
mi olmayan, elle tutulamayan
varlıklar.
sual:
soru.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını
içine alacak şekilde anlatma.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
tecrîd:
bir kişinin başka bir in-
san veya nesneyle olan ilişkisi-
ni kesme.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
umum:
bütün.
vahşet:
ıssızlık, tenhalık, yal-
nızlık.
vahşet:
ürkütücü ve korkunç
olan şey.
ziyade:
çok, fazla
on BirinCi mesele
| 122 |
M
eYve
R
isalesi
AsA-yı MûsA
1...,112,113,114,115,116,117,118,119,120,121 123,124,125,126,127,128,129,130,131,132,...570
Powered by FlippingBook