Azrail Aleyhisselâm Cenab-ı Hakka münacat edip de-
miş: “kabz-ı ervah vazifesinde senin ibadın benden kü-
secekler, şekva edecekler.”
ona cevaben denilmiş: “senin vazifene hastalıkları ve
musibetleri perde yapacağım; tâ ibadımın şekvaları onla-
ra gitsin, sana gelmesin.”
Aynen bu perdeler gibi, Azrail Aleyhisselâmın vazifesi
de bir perdedir–tâ haksız şekvalar Cenab-ı Hakka gitme-
sin. Çünkü, ölümdeki hikmet ve rahmet ve güzellik ve
maslahat cihetini herkes göremez. zahire bakıp itiraz
eder, şekvaya başlar. İşte bu haksız şekvalar rahîm-i
Mutlaka gitmemek hikmetiyle, Azrail Aleyhisselâm per-
de olmuş.
Aynen bunun gibi, bütün meleklerin, belki bütün es-
bab-ı zahiriyenin vazifeleri, izzet-i rububiyetin perdeleri-
dir. tâ güzellikleri görünmeyen ve hikmetleri bilinmeyen
şeylerde kudret-i İlâhiyenin izzeti ve kudsiyeti ve rahme-
tinin ihatası muhafaza edilsin, itiraza hedef olmasın ve
hasis ve ehemmiyetsiz ve merhametsiz şeylerle kudretin
mübaşereti nazar-ı zahirîde görünmesin. Yoksa, hiçbir
sebebin hakikî tesiri ve icada hiç kabiliyeti olmadığını,
her şeyde tevhid sikkeleri kat'î gösterdiğini, risale-i nur
hadsiz delilleriyle ispat etmiş. Halk etmek, icat etmek
ona mahsustur. esbap, yalnız bir perdedir. Melâike gibi
zîşuur olanların, yalnız cüz-i ihtiyarıyla cüz'î, icatsız, kesb
denilen bir nevi hizmet-i fıtriye ve amelî bir nevi ubudi-
yetten başka ellerinde yoktur.
aleyhisselam:
Allah’ın selamı
onun üzerine olsun.
amelî:
yaparak, yapmak suretiyle,
uygulamalı, pratik, tecrübî.
cevaben:
cevap olarak, karşılık
şeklinde.
cihet:
yön.
cüz-i ihtiyar:
icattan mahrum, hak
kazanmaktan başka hiç bir şeye
gücü yetmeyen az bir arzu ser-
bestliği, cüz’i irade.
cüz’î:
küçük, az.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
esbab-ı zâhiriye:
görünüşe ait se-
bepler.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikî:
gerçek.
halk:
yaratma, yaratış.
hasîs:
adi, alçak, bayağı.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep, fay-
da.
hizmet-i fıtriye:
yaratılıştan gelen
hizmet etme kabiliyeti.
ibad:
abdler, kullar, ibadet eden-
ler.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
itiraz:
kabul etmediğini belirtme,
karşı çıkma.
izzet:
şeref, yücelik; kuvvet, kud-
ret, üstünlük.
izzet-i rububiyet:
Cenab-ı Hakk’ın
yaratıkları terbiye ve idare etmek-
te gösterdiği izzet ve üstünlük.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kabz-ı ervah:
ruhların alınması, öl-
me.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kesb:
Allah tarafından verilen bir
kabiliyetin sonradan insan tarafın-
dan kazanılması; ortaya çıkarılma-
sı.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kudret-i İlâhiye:
Allah’ın kudreti,
Allah’ın kudretiyle yaptığı işler,
fiiller, tasarruflar.
kudsiyet:
kutsallık, mukad-
deslik, azizlik.
mahsus:
bir şeye veya kişiye
has olan.
maslahat:
uygun iş.
melâike:
melekler.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, esirge-
mek.
muhafaza:
koruma.
musibet:
felaket, bela.
mübaşeret:
bir işe başlama,
girişme, tutuşma, bulaşma, te-
mas.
münacat:
Allah’a dua etme,
yalvarma, Onun manevî huzu-
runda tazarru ve niyazda bu-
lunma.
nazar-ı zâhirî:
zahirî bakış, dış
görünüşe ehemmiyet vererek
yapma.
nevî:
çeşit, tür.
Rahîm-i Mutlak:
mutlak mer-
hamet sahibi olan Cenab-ı
Hak.
rahmet:
şefkat etmek, merha-
met etmek, esirgemek.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sikke:
alâmet, nişan, turra.
şekva:
şikâyet, yakınma, hoş-
nutsuzluk, memnuniyetsizlik.
tesir:
etki.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
ubudiyet:
kulluk.
vazife:
görev.
zahir:
dış yüz, görünüş.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
on BirinCi mesele
| 128 |
M
eYve
R
isalesi
AsA-yı MûsA