ve amel-i salihte vücut olmasından, o iyiler hakikî fail ve
müessir değiller, belki kabildirler, feyz-i İlâhîyi kabul
ederler. Ve mükâfatları dahi sırf bir fazl-ı İlâhîdir, diye
kur’ân-ı Hakîm,
n
?n
HÉn
°Un
G BÉn
en
h $G n
øp
ªn
a m
án
æ°n
ùn
M r
øp
e n
?n
HÉn
°Un
G BÉn
e
(1)
n
?p
°ùr
Øn
f r
øp
ªn
a m
án
Äu
«°n
S r
øp
e
ferman eder.
Elhâsıl
: Vücut kâinatları ve hadsiz adem âlemleri bir-
birleriyle çarpışırken ve cennet ve cehennem gibi mey-
veler verirken; ve bütün vücut âlemleri
(2)
! o
ór
ªn
ë r
dn
G @ ! o
ór
ªn
ër
dn
G
ve bütün adem âlemleri
(3)
$G n
¿Én
ër
Ño
°S @ $G n
¿Én
ër
Ño
°S
derken; ve ihatalı bir kanun-i
mübareze ile melekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle, tâ
kalbin etrafındaki ilham vesvese ile mücadele ederken,
birden meleklere imanın bir meyvesi tecelli eder, mese-
leyi halledip karanlık kâinatı ışıklandırır,
(4)
¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG o
Qƒo
f *n
G
ayetinin envarından bir nuru-
nu bize gösterir. Ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu
tattırır.
İkinci bir küllî meyvesine Yirmi dördüncü ve
elif’
ler
kerametini gösteren Yirmi dokuzuncu sözler işaret
edip, parlak bir surette meleklerin vücudunu ve vazifesi-
ni ispat etmişler.
evet, kâinatın her tarafında, cüz’î ve küllî her şeyde,
her nevide, kendini tanıttırmak ve sevdirmek içinde mer-
hametkârâne bir haşmet-i rububiyet, elbette o haşmete,
o merhamete, o tanıttırmaya, o sevdirmeye karşı
adem:
yokluk, hiçlik.
âlem:
dünya, cihan.
amel-i salih:
Allah rızasına uygun
hayırlı iş, dine uygun hareket, dav-
ranış.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
cüz’î:
az, parçaya ait olan.
ebed:
sonu olmayan gelecek za-
man, sonsuzluk, daimîlik.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
envar:
nurlar, aydınlıklar, ışıklar.
ezel:
başlangıcı olmayan geçmiş
zaman, öncesizlik.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir eden.
fazl-ı İlâhî:
Allah’ın lutfu, ihsanı.
feyz-i İlâhî:
Allah’ın feyzi, bolluğu,
lutfu.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikî:
gerçek.
hall:
çözme, karışık bir meseleyi
şüphe edilmeyecek derecede
açıklama.
hamd:
methetme, övme, yücelt-
me.
haşmet:
ihtişam, heybet, büyük-
lük.
haşmet-i Rububiyet:
Rablığın,
idare ve terbiye ediciliğin haşmeti,
heybeti, büyüklüğü.
ihatalı:
kuşatıcı.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına baş-
vurmadan Allah tarafından insanın
kalbine veya zihnine indirilen ma-
na.
iman:
inanma, itikat.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
kabil:
yetişebilir, istidatlı.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kanun-ı mübareze:
mücadele ve
dövüşme kanunu.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve sure-
sinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
küllî:
umumî, genel.
mahsus:
bir şeye veya kişiye has
olan.
merhamet:
acımak, şefkat göster-
mek, korumak, esirgemek.
merhametkârâne:
acıyarak, mer-
hamet göstererek.
mesele:
önemli konu.
müessir:
tesir eden, tesirini
gösteren, eser ve iz bırakan.
mükâfat:
iyi bir iş, hizmet ve-
ya başarıdan ötürü verilen
şey, ödül.
nevî:
çeşit, tür.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şer:
kötülük.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibi-
ni tanıma ve ona karşı minnet
duyma.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
vazife:
görev.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kal-
be gelen asılsız kötü ve sinsi
düşünce.
vücut:
var olma, varlık
on BirinCi mesele
| 130 |
M
eYve
R
isalesi
AsA-yı MûsA
1.
Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi kusurun se-
bebiyledir. (Nisâ Suresi: 79.)
2.
Ezelden ebede kadar her türlü hamd ve şükür Allah’a mahsustur.
3.
Allah her türlü kusur ve noksandan uzaktır.
4.
Allah, göklerin ve yerin nurudur. (Nur Suresi: 35.)