sarf ve nahiv ilmini okuyan bir medrese talebesinin
vefat edip, kabirde Münker ve nekir’in
n
? t
`Hn
Q r
øn
e
(senin
rabbin kimdir?) diye suallerine karşı, kendini medresede
zannedip, nahiv ilmi ile cevap vererek,
(1)
r
øn
e
müpteda-
dır,
(2)
n
? t
`Hn
Q
onun haberidir. Müşkül bir meseleyi benden
sorunuz, bu kolaydır” diyerek, hem o melâikeleri, hem
hazır ruhları, hem o vakıayı müşahede eden orada bulu-
nan bir keşfelkubur velîsini güldürdü ve rahmet-i İlâhiye-
yi tebessüme getirdi. Azaptan kurtulduğu gibi, risale-i
nur’un bir şehit kahramanı olan Merhum Hafız Ali, ha-
piste Meyve risalesini kemal-i aşkla yazarken ve okur-
ken vefat edip, kabirde melâike-i suale mahkemedeki gi-
bi Meyve hakikatleri ile cevap verdiği misillü, ben de ve
risale-i nur Şakirtleri de o suallere karşı risale-i nur’un
parlak ve kuvvetli hüccetleriyle istikbalde hakikaten ve
şimdi manen cevap verip, onları tasdike ve tahsine ve
tebrike sevk edecekler inşaallah.
Hem, meleklere imanın saadet-i dünyeviyeye medar
cüz'î bir numunesi şudur ki:
İlmihalden iman dersini alan bir masum çocuğun, ya-
nında ağlayan ve masum bir kardeşinin vefatı için vavey-
lâ eden diğer bir çocuğa, “Ağlama, şükreyle. senin kar-
deşin meleklerle beraber cennete gitti. orada gezer. Biz-
den daha iyi keyfedecek, melekler gibi uçacak. Her
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 125 |
on BirinCi mesele
medar:
sebep, vesile.
medrese:
İslâm dünyasında dü-
zenli öğretim kuruluşu, mektep.
melâike:
melekler.
melâike-i sual:
sorgu, sual melek-
leri.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
mesele:
önemli konu.
misillü:
gibi, benzeri.
Münker Nekir:
sorgu melekleri,
öldükten sonra insanları sorgula-
yan melekler.
müpteda:
isim cümlelerinde özne.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
müşkül:
güç, zor, çetin.
nahv:
söz dizimi, cümle bilimi;
sentaks.
nümune:
örnek.
Rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
rahmet-i İlâhîye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
saadet-i dünyeviye:
dünya ile il-
gili saadet, dünya hayatındaki
mutluluk, dünya saadeti.
sarf:
dilbilgisinin, dilin çekim şekil-
leri, yapımı ve kullanımı ile ilgili
konuları araştıran bölümü, morfo-
loji, şekil bilgisi.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
sual:
soru.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin adı-
nı yüceltme uğrunda canını feda
ederek savaşta vurulup ölen Müs-
lüman.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini ta-
nıma ve ona karşı minnet duyma.
tahsin:
beğenme, güzel bulma.
talebe:
talep eden, öğrenci.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tebessüm:
gülümseme.
vakıa:
vuku bulan, olan şey.
vaveylâ:
çığlık, feryat.
vefat:
ölme.
velî:
Allah’ın sevgisine, himayesi-
ne kavuşmuş, ermiş kimseler, Al-
lah dostu, evliya.
zan:
sanma, kesin olarak bilmeksi-
zin kuvvetli ihtimalle hükmetme
azap:
günahlara karşı kabirde
ve ahirette çekilecek ceza.
cüz’î:
küçük, az.
haber:
Arabca dilbilgisinde,
isim cümlelerinde yüklem va-
zifesi gören kelime veya keli-
me grubu.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikaten:
hakikat olarak.
hüccet:
delil.
ilim:
bilme, bilgi.
İlmihal:
“hâl ilmi” mânâsında
herkese gerekli olan dinî hü-
kümleri bildirmek maksadıyla
yazılan kitaplara verilen isim.
iman:
inanma, itikat.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
istikbal:
gelecek zaman.
kabir:
mezar.
kemal-i aşk:
aşkın son dere-
cesi; tam bir aşk, büyük bir
aşk.
keşfü’l-kubur:
kabirdeki ölü-
lerin hâllerini anlama.
mahkeme:
dava, duruşma.
manen:
mana bakımından,
manaca.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
1.
Kim.
2.
Senin Rabbin.