HATİMEDEN İKİNCİ HAŞİYE
denizli hapsinden tahliyemizden sonra meşhur Şehir
otelinin yüksek katında oturmuştum. karşımda güzel
bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tar-
zında gayet lâtif, tatlı bir surette hem kendileri, hem dal-
ları, hem yaprakları, havanın dokunmasıyla, cezbedarâ-
ne ve cazibekârâne hareketle raksları, kardeşlerimin mü-
farakatlarından ve yalnız kaldığımdan, hüzünlü ve gamlı
kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve
bana bir gaflet bastı. Ben, o kemal-i neşe ile cilvelenen
o nazenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki,
gözlerim yaş ile doldu. kâinatın süslü perdesi altındaki
ademleri, firakları ihtar ve ihsasıyla, kâinat dolusu firak-
ların, zevallerin hüzünleri başıma toplandı. Birden haki-
kat-i Muhammediyenin (
AsM
) getirdiği nur, imdada yetiş-
ti. o hadsiz hüzünleri ve gamları sürurlara çevirdi. Hatta
o nurun herkes ve her ehl-i iman gibi, benim hakkımda
milyon feyzinden yalnız o vakitte o vaziyete temas eden
imdat ve tesellisi için zat-ı Muhammediyeye (
AsM
) karşı
ebediyen minnettar oldum. Şöyle ki:
ol nazar-ı gaflet, o mübarek nazeninleri vazifesiz, ne-
ticesiz; bir mevsimde görünüp, hareketleri, neşeden
değil, belki, güya ademden ve firaktan titreyerek hiçliğe
düştüklerini göstermekle, herkes gibi bendeki aşk-ı beka
ve hubb-i mehasin ve şefkat-i cinsiye ve hayatiyeye
medar olan damarlarıma o derece dokundu ki, böyle,
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 115 |
onunCu mesele
kemal-i neş’e:
neşe ve sevincin
tam oluşu, tam bir neşe.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
latîf:
güzel, hoş.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
meşhur:
şöhretli, herkesin bildiği,
yaygınlık kazanmış.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müfarakat:
uzaklaşma, ayrılık.
nazar-ı gaflet:
mana ve mahiyet-
ten yoksun olan bakış, idrak ede-
meyen nazar.
nazenin:
nazlı, nazik, narin, ince
yapılı.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
raks:
oynama, dans etme.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şefkat-i cinsiye ve hayatiye:
aynı
cinsten olanların birbirlerine karşı
gösterdikleri şefkat, merhamet ve
hayata karşı duyulan şefkat.
şefkat-i cinsiye:
cinse ait şefkat;
aynı cinsten olanların birbirlerine
karşı duydukları merhamet, sevgi,
şefkat duygusu.
tahliye:
tutukluyu serbest bırak-
ma.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
zat-ı Muhammediyye:
Hz. Mu-
hammed’in zatı, kişiliği.
zeval:
sona erme, yok olma, ölme.
zîhayat:
hayat sahibi.
adem:
yokluk.
aşk-ı beka:
ebedî hayat aşkı,
sonsuzluk aşkı.
cazibekârâne:
çekici ve cazi-
beli bir şekilde.
cezbedarâne:
cezbeye tutul-
muş gibi, Allah sevgisi ile ken-
dinden geçerek.
cilve:
güzellere yakışır duruş
ve davranış, dilberce hareket,
naz ve eda.
ebediyen:
ebedî olarak, ilele-
bet.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
feyiz:
ihsan, bağış, kerem.
firak:
ayrılık, hicran.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesiz-
lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
arzularına dalmak.
gam:
keder, üzüntü.
gayet:
son derece.
güya:
sanki, sözde.
güz:
sonbahar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat-ı Muhammediye:
Hz
Peygamberin manevî şahsiye-
ti, İslâmiyetin aslı ve esası.
halka-i zikr:
zikir halkası, zikir
esnasında daire şeklinde otur-
ma.
haşiye:
dipnot.
hubb-i mehasin:
güzelliklere,
güzel olan şeylere sevgi.
hüzün:
keder, tasa, gam, hü-
zün.
ihsas:
hissetirme, sezdirme.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
imdat:
yardım.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.