risale-i nur ve bilhassa kur'ân’ın kırk vech-i i'cazını ic-
malen ispat eden Yirmi Beşinci söz zeyilleriyle beraber;
ve kur'ân’ın nazmındaki vech-i i'cazı harika bir tarzda is-
pat eden Arabî risale-i nur’dan
İşaratü’l-İ’caz
tefsiri bil-
fiil göstermişler ki, Mekkiye olan sure ve ayetlerde en âlî
bir üslûb-i belâgat ve en yüksek bir i'caz-ı icazî vardır.
Amma, Medeniye sure ve ayetlerde, birinci safta mu-
hatap ve muarızları ise, Allah’ı tasdik eden Yahudî ve
nasarâ gibi ehl-i kitap olduğundan, mukteza-i belâgat ve
irşat ve mutabık-ı makam ve hâlin lüzumundan sade ve
vazıh ve tafsilli bir üslûpla, ehl-i kitaba karşı dinin yüksek
usulünü ve imanın rükünlerini değil, belki medar-ı ihtilâf
olan şeriatta ve ahkâmda ve teferruatın ve küllî kanunla-
rın menşeleri ve sebepleri olan cüz'iyatın beyanı lâzım
geldiğinden, o Medeniye sure ve ayetlerde, ekseriyetle
tafsil ve izah ve sade üslûpla beyanat içinde, kur'ân’a
mahsus emsalsiz bir tarz-ı beyanla birden, o cüz'î teferru-
at hâdisesi içinde yüksek, kuvvetli bir fezleke, bir hatime,
bir hüccet ve o cüz'î hâdise-i şer'iyeyi küllîleştiren ve im-
tisalini iman-ı billâh ile temin eden bir cümle-i tevhidiye-
yi ve imaniyeyi ve uhreviyeyi zikreder; o makamı nurlan-
dırır, ulvîleştirir.
risale-i nur, ayetlerin ahirlerinde ekseriyetle gelen,
(2)
@ l
º«/
?n
Y m
A r
Àn
T u
?o
µ
p
H % s
¿
p
G
(1)
@ l
ôj/
ón
b m
A r
Àn
T u
?o
c
'
¤n
Y %G s
¿
p
G
(4)
@ o
º«/
M s
ôdG o
õj /
õn
©r
dG n
ƒo
gn
h
(3)
@ o
º«/
µ`n
?r
G o
õj /
õn
© r
dG n
ƒo
gn
h
ahkâm:
hükümler, buyruklar.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
amma:
ama, lakin, ancak.
Arabî:
Arabcaya ait, Arab dili ile il-
gili.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
beyanat:
açıklamalar, izahlar.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması ile,
kendi yaparak.
cümle-i tevhidiye ve imaniye ve
uhreviye:
ahirete, imana ve Al-
lah’ın birliğine dair cümle.
cümle-i tevhidiye:
Allah’ın birli-
ğiyle ilgili cümle.
cüz’î:
bütüne ait olmayan, özel.
cüz’iyat:
parçaya ait olan şeyler.
ehl-i kitap:
kitap ehli, kitaplı dinle-
rin mensupları.
ekseriyetle:
çoğunlukla.
emsal:
örnekler, benzerler.
fezleke:
özet, netice.
hâdise-i şer’iye:
dine ait olay, dinî
hâdise.
hâl:
durum, vaziyet, keyfiyet.
harika:
olağanüstü.
hatime:
son, nihayet, bitiş.
î’caz-ı icazî:
veciz oluşunun, az
sözle çok şey ifade edişinin muci-
zeliği.
icmalen:
kısaca, özetle.
iman-ı billâh:
Allah’ı, onun kâinat-
ta tecelli eden bütün sıfat ve isim-
leriyle beraber kabul ederek Ona
inanma.
imtisal:
emre tamamen uyma, ge-
rekeni yapma, alınan emre boyun
eğme.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
ten uyandırma.
izah:
açıklama, ayrıntılı bildirme.
kanun:
yasa.
küllî:
umumî, genel.
mahsus:
bir şeye veya kişiye has
olan.
makam:
yer, durak.
medar-ı ihtilâf:
anlaşmazlık,
uyuşmazlık sebebi; karışıklık, ikilik
vesilesi.
Medeniye:
Medine’de nâzil olan
ayetler ve sureler.
menşe:
esas, kaynak.
mukteza-i belâgat:
belâgatın ge-
reği.
mutabık-ı hâl:
hale uygunluk; ha-
le, duruma uygun olma.
mutabık-ı makam:
makama uy-
gunluk, makama uygun olma.
Nasarâ:
Hristiyanlar.
nazım:
kafiyeli, vezinli söz.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rükün:
esas, kaide, prensip.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tarz-ı beyan:
açıklama ve söy-
leme şekli.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
teferruat:
ayrıntılar, dallar, bö-
lümler.
tefsir:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıkla-
mak maksadıyla yazılan kitap.
temîn:
sağlama.
ulvî:
yüksek, yüce.
usûl:
asıllar, kökler, esaslar,
kaideler.
üslûb-i belâgat:
belâgatli ifa-
de tarzı.
üslûp:
ifade yolu, kendine has
ifade veya yazı tarzı.
vazıh:
vuzuhlu söz, kolay an-
laşılır ifade.
vech-i i’caz:
mu’cize yönü.
yahudî:
Hz. Yakub’un oğlu Ya-
huda’ya mensup olanlar, İsra-
iloğulları.
zeyil:
ek, ilâve.
zikretmek:
anmak, bildirmek.
onunCu mesele
| 106 |
M
eYve
R
isalesi
AsA-yı MûsA
1.
Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir. (Bakara Suresi: 20.)
2.
Şüphesiz ki Allah herşeyi hakkıyla bilendir. (Ankebut Suresi: 62.)
3.
Kudreti her şeye galip olan ve her işi hikmetle yapan da Odur. (Nahl Suresi: 60.)
4.
Kudreti herşeye galiptir, O çok bağışlayıcıdır. (Ankebut Suresi: 5. )