evet, ihtiyacın tekerrürüyle tekrarın lüzumu haysiye-
tiyle, yirmi sene zarfında pek çok mükerrer suallere ce-
vap olarak ayrı ayrı çok tabakalara ders veren ve koca
kâinatı parça parça edip kıyamette şeklini değiştirerek,
dünyayı kaldırıp onun yerine azametli ahireti kuracak ve
zerrattan yıldızlara kadar bütün cüz'iyat ve külliyatın tek
bir zatın elinde ve tasarrufunda bulunduğunu ispat ede-
cek ve kâinatı ve arzı ve semavatı ve anasırı kızdıran ve
hiddete getiren nev-i beşerin zulümlerine, kâinatın neti-
ce-i hilkati hesabına gadab-ı İlâhîyi ve hiddet-i rabbani-
yeyi gösterecek hadsiz ve nihayetsiz ve dehşetli ve geniş
bir inkılâbın tesisinde binler netice kuvvetinde bazı cüm-
leleri ve hadsiz delillerin neticesi olan bir kısım ayetleri
tekrar etmek, değil bir kusur, belki gayet kuvvetli bir i'caz
ve gayet yüksek bir belâgat ve mukteza-i hâle gayet mu-
tabık bir cezalettir, bir fesahattir.
Meselâ, bir tek ayet olup yüz on dört defa tekrar edi-
len
(1)
p
º«/
Ms
ôdG p
ø '
ªr
M s
ôdG $G p
º° r
ùp
H
cümlesi, risale-i nur’un on
dördüncü lem'asında beyan edildiği gibi, arşı ferşe bağ-
layan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes ona
muhtaç olan öyle bir hakikattir ki, milyonlar defa tekrar
edilse, yine ihtiyaç vardır. değil yalnız ekmek gibi her
gün, belki hava ve ziya gibi her dakika ona ihtiyaç ve iş-
tiyak vardır.
Hem meselâ, sure-i
= º° = ù '
W
’de sekiz defa tekrar edilen
şu
(2)
o
º«/
Ms
ôdG o
õj/
õn
©r
dG n
ƒo
¡n
d n
?s
H n
Q s
¿p
Gn
h
ayeti, o surede hikâye
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 103 |
onunCu mesele
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
haysiyet:
itibar.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hiddet-i Rabbâniye:
bütün mah-
lûkatı terbiye ve idare eden Ce-
nab-ı Hakk’ın hiddeti.
hikâye:
anlatma, nakletme.
inkılâp:
bir halden başka bir hale
geçme, değişme, dönüşme.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla arzu
etme.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
Kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte yı-
kılıp mahvolması.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
kuvvet:
güç, kudret.
külliyat:
bir şeyin bütünü, bir şe-
yin tamamı, hepsi.
Meselâ:
örneğin.
mukteza-yı hâl:
hâlin gerektirdiği
şekilde, hâlin gereği, duruma göre,
icabına göre.
mutabık:
uygun.
mükerrer:
tekrarlanmış, tekrar
olunmuş.
netice-i hilkat:
yaratılışın neticesi,
meyvesi.
nev’i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
semavat:
semalar, gökler.
sual:
soru.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
tabaka:
kat, katman.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup ida-
re etme, mülkünü istediği gibi kul-
lanma.
tekerrür:
tekrarlanma.
zarfında:
süresince.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
zerrat:
zerreler, atomlar.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, parlaklık.
zulüm:
haksızlık
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
anasır:
unsurlar, esaslar.
arş:
göğün en yüksek katı.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı
ve tesirli ifade; sözün güzel ol-
makla beraber yerinde, hâl ve
makama uygun olması.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cezalet:
ahenkli, akıcı ve güzel
ifade.
cüz’iyat:
parçaya ait olan şey-
ler.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
ferş:
yeryüzü, zemin, dünya.
fesahat:
dilin doğru, düzgün,
açık ve akıcı şekilde kullanıl-
ması.
gadab-ı İlâhî:
Allah’ın gazabı.
1.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
2.
Rabbin ise, şüphesiz ki, kudreti herşeye galip olan ve Rahmeti herşeyi kuşatandır. (Şuara
Suresi: 9, 68, 104, 122, 140, 159, 175, 191. ayetler.)