haşmet-i hilkatinde kalbin dahi hatıratını bilir, idare
eder” der tarzında bir beyanat cihetiyle, o sade ve üm-
miyet mertebesini ve avamın fehmini nazara alan o ba-
sit ve cüz'î muhavere, o tarz ile ulvî ve cazibedar ve umu-
mî ve irşatkâr bir mükâlemeye döner.
Bi r Sua l
:
Bazen ehemmiyetli bir hakikat sathî
nazarlara görünmediğinden ve bazı makamlarda cüz'î ve
adî bir hâdiseden yüksek bir fezleke-i tevhidi veya küllî bir
düsturu beyan etmekte münasebet bilinmediğinden, bir
kusur tevehhüm edilir. Meselâ, Hazret-i Yusuf
Aleyhisselâm, kardeşini bir hile ile alması içinde,
(1)
l
º«/
?n
Y m
ºr
?p
Y …/
P u
?o
c n
¥r
ƒn
an
h
diye gayet yüksek bir düsturun
zikri, belâgatçe münasebeti görünmüyor. Bunun sırrı ve
hikmeti nedir?
El cevap
:
Her biri birer küçük kur'ân olan ekser
uzun sure ve mutavassıtlarda ve çok sayfa ve makamlar-
da yalnız iki-üç maksat değil, belki kur'ân mahiyeti hem
bir kitab-ı zikir ve iman ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat ve
hikmet ve irşat gibi çok kitapları ve ayrı ayrı dersleri ta-
zammun ederek rububiyet-i İlâhiyenin her şeye ihatasını
ve haşmetli tecelliyatını ifade etmek cihetiyle, kâinat ki-
tab-ı kebirinin bir nevi kıraati olan kur'ân, elbette her
makamda, hatta bazen bir sayfada, çok maksatları taki-
ben, marifetullahtan ve tevhidin mertebelerinden ve
iman hakikatlerinden ders verdiği haysiyetiyle, öbür
makamda, meselâ, zahirce zayıf bir münasebetle başka
bir ders açar ve o zayıf münasebete çok kuvvetli
adî:
bayağı, aşağı, değersiz.
Aleyhisselam:
Allah’ın selamı
onun üzerine olsun.
avam:
kültürlü, yüksek tabakadan
olmayan; cahil halk tabakası.
belâgat:
sözün düzgün, kusursuz,
yerinde ve hâlin ve makamın ica-
bına göre söylenmesini öğreten il-
min adı, edebiyat kaideleri ile ilgili
ilim.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
cihet:
yan, yön, taraf.
cüz’î:
kıymetsiz, önemsiz, teferru-
at.
düstur:
kanun, kaide.
ehemmiyetli:
önemli.
ekser:
pek çok.
El-cevap:
cevap olarak.
fehm:
anlama, anlayış, kavrayış.
fezleke-yi tevhid:
Allah’ın birliği-
nin özeti, hulâsası.
gayet:
son derece.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, esas.
haşmet-i hilkat:
yaratmanın bü-
yüklüğü ve heybeti.
haşmetli:
ihtişamlı, gösterişli, hey-
betli.
hâtırât:
hatıralar, anılar.
haysiyet:
itibar.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep.
hile:
aldatmaya yönelik düzen,
desise.
idare:
bir işi yürütme, çekip çevir-
me.
ihata:
kuşatma, içine alma.
iman:
inanç, itikat.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
ten uyandırma.
irşatkâr:
doğru yolu gösterici, irşat
edici.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kıraat:
okuma, devamlı ve düzgün
okuma.
kitab-ı kebir:
büyük kitap.
kitab-ı şeriat:
şeriat kitabı, dinî
kanunlar kitabı.
kitab-ı zikir:
zikir kitabı.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
küllî:
umumî, genel.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, nite-
liği.
makam:
yer, durak.
maksat:
gaye.
marifetullah:
Allah’ı tanıma, anla-
ma, bilme.
mertebe:
derece, basamak.
Meselâ:
örneğin.
muhavere:
konuşma, sohbet et-
me.
mutavassıt:
orta halli, ortala-
ma, vasatî.
mükâleme:
konuşma.
münasebet:
ilişki, alâka.
nazar:
bakış, dikkat.
nevî:
çeşit, tür.
rububiyet-i İlâhîye:
Allah’ın
terbiye ediciliği.
sathî:
yüzeysel, derine inme-
yen, üstün körü.
sır:
gizli hakikat.
sual:
soru.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
takiben:
takip ederek, takip
suretiyle.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
tecelliyat:
tecelliler, görüntü-
ler.
tevehhüm:
vehimlenme, ku-
runtuya kapılma; gerçekte var
olmayanı var kabul etme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
ümmiyet:
okuma yazma bil-
memek.
zahir:
görünüşe göre, görünüş
itibariyle.
zikr:
anma, bildirme
onunCu mesele
| 108 |
M
eYve
R
isalesi
AsA-yı MûsA
1.
Her bilenin üzerinde daha iyi bilen vardır. (Yusuf Suresi: 76.)