edemeyen, bu zatın risaletini hakikat noktasında inkâr
edemez hikmetiyle ve herkes her vakit bütün kur'ân’ı
okumaya muktedir ve muvaffak olamadığından, her bir
uzun ve mutavassıt sureyi birer küçük kur'ân hükmüne
getirmek için, ehemmiyetli erkân-ı imaniye gibi o kıssa-
ları tekrar etmesi, değil israf, belki mukteza-i belâgattir.
Ve hâdise-i Muhammediye (
AsM
), bütün beniâdemin en
büyük hâdisesi ve kâinatın en azametli meselesi olduğu-
nu ders vermektir.
evet, kur'ân’da zat-ı Ahmediyeye en büyük makam
vermek ve dört erkân-ı imaniyeyi içine almakla
(1)
*G s
’p
G n
¬ '
dp
G n
B’
rüknüne denk tutulan
(2)
$G o
?ƒo
°Sn
Q l
ós
ªn
ëo
e
risalet-i Muhammediye (
AsM
) kâinatın en büyük hakikati
ve zat-ı Ahmediye (
AsM
) bütün mahlûkatın en eşrefi ve
hakikat-i Muhammediye (
AsM
) tabir edilen küllî şahsiyet-i
maneviyesi ve makam-ı kudsîsi iki cihanın en parlak bir
güneşi olduğuna ve bu harika makama liyakatine dair pek
çok hüccetleri ve emareleri kat'î bir surette risale-i nur’da
ispat edilmiş. Binden birisi şudur ki:
(3)
p
?p
YÉn
Ør
dÉn
c o
Ön
Ñ°s
ùdn
G
düsturuyla, bütün ümmetinin bütün
zamanlarda işlediği hasenatın bir misli onun defter-i ha-
senatına girmesi ve bütün kâinatın hakikatlerini getirdiği
nur ile nurlandırması, değil yalnız cin ve insi ve meleği ve
zîhayatları, belki kâinatı ve semavatı ve arzı minnettar
eylemesi ve istidat lisanıyla nebatatın duaları ve ihtiyac-ı
fıtrî diliyle hayvanatın duaları gözümüz önünde
arz:
yer, dünya.
azamet:
büyüklük, ululuk, yücelik.
benîâdem:
Ademoğulları, insanlar.
cihan:
dünya, kâinat, âlem.
cin:
gözle görünmez, lâtif cisimler-
den ibaret bir yaratık.
dair:
alakalı, ilgili.
defter-i hasenat:
insanların yap-
tığı iyiliklerin yazıldığı manevî def-
ter.
düstur:
kanun, kural, esas.
ehemmiyetli:
önemli.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
erkân-ı imaniye:
imanî esaslar.
eşref:
en şerefli, en iyi, en güzel.
hâdise-i Muhammediye:
Hz. Mu-
hammed’in (asm) peygamberliği
ve mucizeleri.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-ı Muhammediye:
Hz
Peygamberin manevî şahsiyeti, İs-
lâmiyetin aslı ve esası.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
hayvânât:
hayvanlar.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep, fay-
da.
hüccet:
delil.
hükmüne:
yerine, değerine.
ihtiyac-ı fıtrî:
yaratılışın gereği
olan ihtiyaç.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
ins:
insan, beşer, Âdemoğlu.
israf:
gereksiz yere harcama, ihti-
yaçtan fazlasını harcama, savur-
ganlık.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kıssa:
ibret verici hikâye.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
küllî:
umumî, genel.
liyakat:
layık olma, ehliyet.
mahlûkat:
Allah tarafından yaratı-
lanlar.
makam:
manevî mevki.
makam-ı kudsî:
kudsî, mukaddes
makam.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
misil:
benzer, eş.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
mukteza-yı belâgat:
belâgatın
gereği.
mutavassıt:
Kur’ân’da ayetleri di-
ğer surelere oranla orta uzunlukta
olan sureler.
muvaffak olma:
başarma, başarılı
olma, becerme.
nebatat:
bitkiler.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nurlandırmak:
ışıklandırmak, ay-
dınlatmak.
risalet:
elçilik, resullük, pey-
gamber olarak gönderilme.
risalet-i Muhammediye:
kâ-
inatın nuru ve şuuru olan Hz.
Muhammed’in (asm) peygam-
berliği.
rükün:
bir şeyi meydana geti-
ren esas unsurlardan her biri,
direk, dayanak.
semavat:
semalar, gökler.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şahsiyet-i maneviye:
manevî
şahsiyet, manevî kişilik.
tabir:
ifade, söz.
ümmet:
hak dine davet et-
mek için Allah tarafından ken-
dilerine peygamber gönderi-
len ve bu peygambere inanıp
bağlanan cemaat, topluluk.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
zat-ı Ahmediye:
Hz. Peygam-
berin zatı, kişiliği.
zîhayat:
hayat sahibi.
onunCu mesele
| 112 |
M
eYve
R
isalesi
AsA-yı MûsA
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.
2.
Muhammed (
ASM
) resulüdür.
3.
Bir şeye sebep olan onu işleyen gibidir. [“Hayrın yolunu gösteren, onu işleyen gibidir” ( Fey-
zü’l-Kadir, c. 3, s 537, hadis on: 4250; Keşfü’l-Hafa, c. 1, s. 399) hadisinden alınan bir kaide.]