İlk ezan Medine’de okunmuştu.
Hicretin birinci yılında, Mescidi Nebevi’de.
Ondan sonra dalga dalga yayıldı.
Doğuda, Batıda, Güneyde, Kuzeyde.
Asırlar hep onu dinledi ve bu dâvete uydu.
Aslına göre okundu.
Her ehli iman, ezanın ne anlama geldiğini biliyordu.
İlk ezanı Bilâli Habeşi okudu.
Önce bir köle idi.
Müslüman oldu.
Ekabir-i Sahabe’den sayıldı.
Yanık sesi ile yıllarca Mescidi Nebevi’de ezanları hep O okudu.
İslâmiyet böyle idi.
Soy sop aramıyordu.
Mü’minler bir tarağın dişleri gibi bir sayıldı.
Hukukta da böyle yer aldı.
Fazilet ve takvada her insan, her Müslüman elbette farklı farklı idi.
Dünyanın dört bir yanına dağılan ve yeryüzünü bir mescid haline getiren Müslümanlar hep bu ezan ile başladılar namazlarına.
İşte Anadolu, işte binyıl İslâm’a bayraktarlık yapan milletimiz...
Anadolu’da bin yıldır ezan okunuyordu.
Kurtuluş Savaşı olmuş, milletimiz Anadolu’yu düşmandan kurtarmıştı.
Bu defa iç düşmanların esaretine düşmüştü.
Din adına ne var ne yok, yok etmeye veya dejenere etmeye başlanmıştı.
Kurt gövdenin içine girmişti.
Mukavemet güçleşmişti.
Karşı gelenler asılıyor, sürgün ediliyor ve kurşuna diziliyordu.
İşte bu atmosferde yasaklandı ezan...
Onun yerine tangur–tungur şeyler söylenmeye başlandı.
Bu tangurtuyu okuyanlarında içi kan ağlıyordu.
Sonra çok partili hayata geçti ülkemiz.
İşte o zaman Demokrat Parti halkına bir söz verdi.
“Ezanlar aslına uygun olarak okutulacak,
Kur’ân okumak ve öğretmek serbest olacak.”
Demokrat Parti ezici bir üstünlükle iktidara geldi.
Milletine söz verdiği ezanı aslına çevirdi.
Hem de Halk Partililerin de oyları ile.
Ezan esaretten kurtulmuştu.
O günleri yaşayanlar daha iyi bilir.
Evlerde anneler ve nineler gözyaşları ile, camide ehli iman hıçkırarak ezanı dinlediler.
Ezan, ilk okunduğu gibi okundu ondan sonra.
Güzel sesli müezzinlerin sesi ile.
Sabah makamı, öğle makamı, akşam makamı...
Ve inşallah kıyamete kadar bu ses yeryüzünde devam edecektir.
Bayrak inmeyecek, ezan susmayacak...