Etrafı mübarek kılınan (İsrâ/1) beldeye Kur’ân-ı Kerîm’den yansımalara şahit oluyoruz. Rabbinden özge kimsesi olmayan, yeryüzündeki ateşte yanan bedenlerin, gökyüzüne yükselen aydınlık ruhlarına... Dünyayı bırakan ellerin, ukbâya tutunmalarına...
Karanlık gönüllere ihtiyaç olan bayraktaki beyazlık aranıyordu Gazze’de. Öyle bir beyazlık ki; siyah ve yeşil, ölüm ile hayat arasında...
Kadın ve çocukların güvenli bölgelere geçmesi için ellerinde tuttukları beyaz bayraklara, şehitleri toprağa ulaştırmada kefene. Ne bu saydıklarımız ne de zeytin yaprakları bu coğrafyaya barışı getirmiyordu.
Güvercinlere hasretti gökyüzü.
Soykırıma maruz kalan bir beldede şehit olanlara kefen bile ulaştırmada aciz olan onlarca Müslüman ülkesi Uhud Savaşı’nda yaşananları tekerrür ettirdi.
Uhud’da Mus’ab bin Umeyr şehit olunca kendisini saracak kısa bir hırkadan başka bir şey bulunamadı. Efendimiz (asm) vücudunu hırkası ile ayak tarafını da otlarla örtülmek suretiyle defnedilmesini isteyerek, Ahzâb Suresi 23. âyetini okudu:
“Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki, Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadâkatlerini ispat ettiler…”
FİLİSTİN TOPRAKLARI ŞEHİTLERİN KANIYLA SULANIYOR
Filistin’de bir ekin gibi, sağlam ve dirençli çocuk, kadın ve gençlerin şehadet şerbetiyle sulanan topraklara defin edilmeleri, kalanların dirençli duruşları inkârcıları iyice öfkelendiriyor.
Selâhaddin Yaşar hocamızın, “Şarkın Sevgili Sultanı: Selâhaddin Eyyubî“ isimli kitabını okudum.
Gazze’nin soykırıma uğradığı, açlığın silah olarak kullanıldığı şu zamanda Kudüs Fatihi’nin hayatı önem arz ediyor. Derleyebildiğim kadarı ile okuyucuların istifadesine sunmak istedim.
ŞARKIN SEVGİLİ SULTANI
O yıllarda Müslümanlar arasında, yeni doğan erkek çocuklarına isimlerin yanı sıra büyüdükleri zaman yaşamaları dileği ile muteber bir dinî sıfat verme âdeti yaygındı. Ona da Yusuf ismi verildi. Dine bağlılığın ifadesi olarak da Selâhaddin.
Yusuf (as) gibi onun da başlangıçta Mısır’a sultan olmak gibi bir hedefi yoktu. Zaman kuyusunda zor şartlarda kendisini yetiştirmeye çalıştı. İlim, edebiyat ve sanat sahalarında çeşitli hedefleri seçmişken Hükümdar Nureddin Zengi’nin zorlamasıyla Mısır Seferine katıldı.
Fatımîlerden olan Mısır Veziri Şaver sözünde durmayarak, Hıristiyan Latin kralı Amalrik ile anlaştı. Şirkûh (Selâhaddin’in amcası) ile birlikte çıktığı Mısır seferi tecrübe oldu. Mısır’ı ve çevresini tanıma fırsatı buldu.
Daha sonra Şaver’i (Mısır’ın Hıristiyan Amalrik ile birlikte hareket eden komutanını) öldürdüğü için Fatımî Halifesi El Adid’den Vezir beratını alarak “Mısır Veziri”, Nureddin Zengi tarafından da “Suriye Devletleri Kumandanı” sıfatlarını birlikte taşıyan ilk insan oldu.
Mısır’ın fethi olmadan Kudüs’ün fethedilmeyeceğini anladı.
Kendisinin karar vermesi gereken konularda ise, şu sözüyle amel etti: “Af hususunda hata etmek, haklı olarak cezalandırmaktan daha çok hoşuma gider.”
BİRLİK VE BERABERLİĞİ TESİS ETTİ
Affetme, gayr-i Müslimle muhakeme olunması gerektiğinde sultan sıfatını bırakıp bir vatandaş kimliğiyle “kadı”nın karşısına çıkmakta bir beis görmedi.
Müslüman beyliklerin birlik ve beraberliğini dizayn etti. Kahire’ye dönünce Asr-ı Saadet’te olduğu gibi şahsın gelirlerini ve emlakin durumunu esas alan İslâmî vergi sistemini getirdi. İslâm’ın iktisat prensiplerine hassasiyetle riayet edip zekât sistemini doğru bir şekilde işletti ve fıkhî bir eleştiriye maruz kalmadan bunu bir devlet vergisine çevirmeyi başardı.
Mısır’da yetişmiş Müslüman memur az olduğundan devletin işleyişi büyük ölçüde Hıristiyan ve Yahudî memurlar tarafından yürütülüyordu. O engeli de kâtibi ve danışmanı Kadı Fadıl sayesinde aştı. Devletin işleyişini kontrol altına aldı. Nureddin Zengi’nin vefatı ve onun yerine geçecek tek oğlunun küçük yaşta olmasından dolayı Selâhaddin, yeni Eyyubî devletini kurdu.
Çünkü, Müslümanları birleştirmenin ilk hamlesi; kimsenin husumetinin olmadığı, mazisinde mâsum kanı dökmemiş, hazinesine yetim hakkı karışmamış yeni bir devlet kurmaktı. Eyyubî devleti ile onu gerçekleştirdiği için diğer meselelere geçebilirdi.
Nureddin’in oğlu küçük olmasından dolayı otoriteyi sağlayamayınca komutan İbnü’l-Mukaddem Selâhaddin’i Suriye’ye davet eder. Daveti kabul eden Selâhaddin ilk iş Emeviye Camii’ne giderek namaz kılar.
“Hâdimü’l-Harameyn” ÜNVANINI KULLANDI
Müslümanların yaşadığı yerleri kan dökmeden almayı başarmıştır. Mekke ve Medine’deki kutsal yerlere yardımda bulunduğu için “Hâdimü’l-Harameyn” (iki kutsal caminin hizmetkârı) ünvanını kullanan ilk hükümdar oldu.
Şehirlerin fethinde paranın önemini vurgulamak için Ferruh Şah’a yazdığı mektubunda, “… şehirler ne zaman kapılarını açsa, arzular da ağızlarını açar” diyerek savaşların askerden ziyade müzakere ve servetle kazanıldığını, devletlerin müzakere ile ikna, para ile de tatmin edilmedikleri takdirde savaş meydanlarına çıktıklarını ima etmiştir.
Müzakerelerde muharebelerden daha başarılıydı. Kudüs öncesi Hittin Ovası’nda Frenkleri mağlup etmiştir. Esir düşen kralı affetti. Mekke’ye ve Medine’ye saldırmaya kalkarak Mısır kervanına saldırıp merhametsizce davranan kral ile birlikte esir düşen komutan Reyland’a şehadet getirip Müslüman olursa bağışlayacağını aksi hâlde elleriyle öldüreceğini bildirdi. İslâmı kabul etmeyen Reyland’ı kılıcıyla öldürdü.
Hittin Ovası’nda düşmana ağır zayiat verdirerek kazandığı zafer sayesinde Kudüs Krallığının gücünü yok eden Selâhaddin için ciddî bir engel kalmamıştı. Müzakere ile Kont Bailan’dan Kudüs’ü teslim alan Selâhaddin Eyyubî ilk olarak tahrip edilen Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra’yı ziyaret ederek alınan fidyelerin tamamını mâbedlerin imârı için harcadı.
Fetih günü kapıları kapatılan Büyük Kilisenin akıbeti için topladığı heyette Kudüs’ün ilk fatihi Hazret-i Ömer’in (ra) kiliseye müdahale etmediği için sair dinlerin ibadet mahallerinin aynen muhafaza edilmesine karar verdiler.
MÜSLÜMANLAR DÂVÂSINDA GEVŞEKLİK GÖSTERİRSE
Selâhaddin-i Eyyubî şöyle diordu: “Müslümanlar hakikat davasında dostlarına yardım etmekte ne kadar gevşeklik gösteriyorsa, bu insanlar da küfürde dostlarına o kadar şevkle yardım ediyorlar.“
Onun bu sözü şu an soykırıma uğrayan Gazze’de bir kez daha haklılığını gösteriyor. Kudüs’ün müdafaasının sadece surlarla, kulelerle, askerlerle, siâhlarla sağlanamayacağını en az onlar kadar duaya da ihtiyaçlarının olduğunu düşünerek Cuma geceleri tek başına Mescid-i Aksa’da inzivaya çekildi ve gözyaşları içinde Allah’a iltica etti.
Gazze, Mescid-i Aksa, Kudüs işgal altında. Yakın zamanda Lübnan, Ürdün ve Mısır ülkeleri de işgal planları içerisinde olacak. Lübnan’da başladı. Mısır sınır kapılarını kapatarak Gazze halkını açlık ile baş başa bırakmıştır. Kudüs’ün fethi için önce Mısır’ın kurtarılması, akabinde İslâm birliğinin tesisi için devrin Yusuf’u gerekiyor.