Sâdeleştirme fiilinin art niyet taşımadığı, Gülen’in bunu hizmet için yaptığı iddiasının, safderunluk ürünü temelsiz bir kanaat olduğunun en büyük delili; Gülen’in aynı tasarrufu kendi eserlerinde yapmaması, çok daha ağır, anlaşılmaz kelimelerle yazılmış eserlerinin sâdeleştirilmesine asla müsaade etmemesidir.
Bu mevzuda Şahin DOĞAN, “Sahteleştirme ile Sâdeleştirme Arasında” isimli yazısında şöyle der:
“Tercüme, her şeyden önce aslî bir ihtiyaçtan sudur eder, burada [sâdeleştirmede] ise her şey kelimenin en sahih anlamıyla yapay. O “sarı kitaplara” bakınca Süleymâniye tahrip edilmiş, enkazından sefil bir gecekondu kurulmuş gibi. Risâlelerle alâkası olmayan tatsız, zevksiz ve garâbetler ile dolu bir karalama hepsi. Ve çok tuhaftır! Bu işin mîmarı olan sayınGülen, kendi eseri “Kalbin Zümrüt Tepeleri”nin, sevenleri tarafından sâdeleştirilmesine gönlü razı olmadığı için izin vermiyor; halbuki bu eserde kullanılan Osmanlıca,Risâlelere kıyasla çok daha ağır, ağdalı, kesif ve hantal. Risâleye göre Çince dense yeridir.”
5. Mansur Turgut’un videosundaki iddialara cevap:
Yurt dışında –kendi ifâdesiyle – sürgün olan muhibbândan Turgut, videosunda “Nurlar pırlanta, o pırlantaları gençler anlayamıyor, sâdeleştirmeli” dedikten sonra Üstadın Kastamonu Lâhikasındasâdeleştirmeye müsâde ettiğini söylüyor.Yeni Asya’ya sesleniyor ve “Bu parçanın eserlerinizden çıkartılmadığını ispat ediniz.” diyor.
Çıkartıldı iddiası için, ilk önce Yeni Asya baskısı eski bir Kastamonu Lâhikası’nda o iddiâ ettiğin metni göstereceksin. Sonra hesap soracaksın “Niçin çıkarttınız?” diye. Neşredilmeyen veya neşrinden sonra Üstad tarafından çıkartılan metinler, ifâdeler, kelimeler var. Gayr-i münteşir bir lâhikayı meselâ bir yerde görüp Yeni Asya’ya bu Risâleyi niçin çıkarttınız?” diye sormanın mantığı var mı? Zaten hiç neşretmediğimiz bir ibâreyi nasıl çıkartacağız?
Bu ve benzeri mes’elelerin cevabı 03 Şubat 2012 tarihli Yeni Asya’da “BEDİÜZZAMAN’IN TALEBELERİNİN MEKTUBU: Risâle-i Nur’un sâdeleştirilmesine Üstadın rızâsı yoktur.”başlığıyla, daha sonra da husûsan bu mesele Kâzım Güleçyüz tarafından 20 Nisan 2014’te “Üstad ‘Risâle-i Nur’u sâdeleştirin’ dedi mi?” başlıklı yazıyla verilmiştir.
Tafsilâtını o yazılara havâle ederek özetini söyleyelim: Üstad kendisi çıkartmıştır.
Sahibi, eserinde tasarruf ediyor, keyfine kâhyâ mısınız? (Bu tür tasarruflar şöyle bir kanaat uyandırıyor bende. Kanaattir; kimseyi dâvet edemem: Kur’ân’ın mânevî tefsiri olan Nurlara Kur’ân bir şekilde yansıyacak ya, “nâsıh-mensuh” meselesinin bir gölgesi de sanki Nurlara bu şekilde aksetmiş.)
Mansur Turgut,mezkürvideosunda “İsmail Mutlu’ya ses çıkarmadınız da niçin Gülen’in sâdeleştirmesine karşı çıkıyorsunuz?” diyor. Tabii hakikati yok.Sâdeleştirme/ Sahteleştirme 2’de anlattığım TAYİNAT SENEDİ /ATAMA BELGESİ” rezâletinin aktörü İsmail Mutlu’ydu.
Daha bir sürü ithamlarda bulunan ve sorular soran Turgut’a söylenecek çook şey var ama biz BİR CEMAATİN TENKİDİYLE meşgul değiliz. Mevzûmuz sâdece “Nurların diline ilişilmesi ve bu fiili savunanların iddialarını çürütme” ile sınırlıdır.
Mansur Turgut’a iki soru da biz soralım:
İlk soru:“Nurlar pırlanta, o pırlantaları gençler anlayamıyor, anlaşılması için sâdeleştirmelivs.” demektesin. Gülen’in eserleri pırlanta değil, değersiz de onun için mi “Gülen’in kitabını da anlayamıyor gençler, onları da sadeleştirelim.” diye bir teklifin yok? (Bu soruya cevap vermeden önce düşünmesini tavsiye ederim; aforoz edilebilir.)
İkinci soru: Gülen,dili çok ağır olan bâzı kitaplarını niye kendisi sâdeleştirmedi de Nurları sâdeleştirme iddiasıyla sahteleştirdi?
5. Nurları gençler okuyamıyor diye, Osmanlı alfabesiyle yazıldıkları hâlde Üstad, bir mecburiyetten dolayı Latin alfabesiyle basılmasına cevaz vermiş. Bizler de gençler anlasın diye Nurları sâdeleştiriyoruz işte…
Adam bir kasabada acâip bir değirmen görmüş. Millet buğdayını götürüyor ve öğüttürüyor ama değirmenin suyu, deresi yok meydanda. Hayretle soruyor?
-Bu değirmenin suyu nerede?
-Bu değirmen yel değirmeni.
-Tamam da suyu nerede?
Diyoruz ki “Kardeşim, Üstadın rızâsı yok!”
-Tamam ama suyu nerede?
6. Mesnevi Arapçaydı, tercüme edildi, sonradan Badıllı Ağabey de Mesnevî’yi tercüme etti. Bütün dünya dillerine de Nurlar tercüme ediliyor. Niçin sâdeleştirilmesin?
Evvelâ, yel değirmeni meselesi!
Sâniyen, tercüme farklıdır, sâdeleştirme çok çok daha farklıdır.“Her tercüme bir katl, her mütercim de bir kātildir.” demiş Batılı bir mütefekkir. Tercümelerde her eser aslından çok şey kaybeder fakat zarûrettir. Zarûretler mahzurları mubah kılar. Tercümede bir dilden başka dile çevireceksin. O dilin binlerce ve binlerce kelimelerini çeviride kullanma imkânın olduğu hâlde tercümede eser, aslına kıyasla âdetâ mevtâ; mütercim de kātil!
Nurlar yabancı dilde mi ki? Hangi dili, hangi dille sâdeleştireceksin? Elinde “sâde” dediğin uydurukçadan kullanabileceğin kaç kelime var? O sığ kelime dağarcığına Nurları nasıl sığdıracaksın? Bir dilin bütün kelime ve imkânlarıyla bir eseri tercüme eden mütercim kātil oluyorsa, Nurları sâdeleştirenin yanında,(bir padişah boğmuş ve on sadrâzamın kellesini almış, sayısı bilinemeyen pek çok da insanı infaz etmiş) Osmanlının meşhur cellâdı Kara Ali melek kalır.
Gençler anlasın diye “âşikâr, ayan, alenî, bâriz, uryan, bedîhî, müstehcen, münhal, müsâit. vâzıh, sarih…” kelimelerinin yerine “açık” denirse, böyle bir dil/mânâ katliâmını ifâde için lügatinizde hangi kelime var? “TAYİNAT SENEDİ” işte bu kasr-ı kelâm sebebiyle “ATAMA BELGESİ” oluveriyor sahteleştirilmiş Nurlarda.
“Evet, nazlanan ve istiğna gösteren nâzeninlerin mehirleri dikkattir. Ve menzilleri dahi kalbin süveydâsıdır. Bunlara giydirdiğim elbise, zamanın modasına muhâliftir. Zira Şarkî Anadolu mektebi denilen yüksek dağlarda büyümüş olduğumdan, alaturka terziliğe alışamadım. Hem de şahsın üslûb-u beyânı, şahsın timsâl-i şahsiyetidir. Ben ise, gördüğünüz veya işittiğiniz gibi, halli müşkil bir muammâyım.” diyen bir insanın eserini, hangi câhil cesâretiyle sâdeleştirmeye kalkıyor, nazlanan ve istiğna gösteren bir NÂZENÎN olan Nurları -mehrini vermekten kaçınıp- bir ACÛZE-i ŞEMTÂ yerine koyuyorsunuz?
Ve son sözü Nurlara bırakalım. Sâdeleştirme inadında olanlara ne ölçüde tesir eder bilmem ama, Üstâdımız Kur’an’ın, Risâle-i Nur Türkçesini takdir ettiğini Sikke-i Tasdîk-i Gaybî- İşârât-ı Kur’âniye Risâlesi’nde ifâde buyuruyor:
4. Desise Dördüncü Âyetin
“Hak dîni onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz ancak kendi kavminin lisânıyla gönderdik.” (İbrahim Sûresi, 14:4)
cümlesi, makam-ı cifrîsiyle ve baştaki âyetin işaretleri karînesiyle, Risâlet ve nübüvvetin her asırda verâset noktasında nâipleri, vekilleri bulunmak kaidesiyle, bir mânâ-yı remzî cihetinde, vazîfe-i ırsiyeti yapan Risâle-i Nur’u efrâdı içine hususî bir iltifatla dahil edip lisân-ı Kur’ân olan Arabî olmayarak TÜRKÇE olmasını takdir ediyor.”
***
*” Muntazam, güzel hakaik-ı Kur’âniyenin mübârek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûb libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki; öyle ister ve bir dest-i gaybîdir ki, o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.” (Said Nursî)
*”Sadeleştirme Risâle-i Nûr’a en büyük düşmanlıktır.” (Abdülkadir Badıllı)
*“…Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyor telakki ediyorum.” (Hulûsi Ağabey)
Vesselâm!