RESMÎ İDEOLOJİ:
3 Mart 1924’te çıkarılan Tevhidi Tedrisat Kanunu (Eğitim ve Öğretimin Birleştirilmesi Kanunu) ile Medrese Eğitimine son verilmiştir. Böylece Eğitim Sistemimize ilk dinamit konmuş oldu. Çünkü Tevhid-i Tedrisat’ın temeli, Din’den, maneviyattan soyutlanmış Materyalist (maddeci) felsefeye dayanıyordu! Halbuki medreseler, kendi bünyemizden doğmuş, Din ve Maneviyata dayanan, maddî ve manevî değerlerimizle yoğrulup, asırlarca gelişerek dünya çapında faaliyet göstermiş, bütün dünyaya ışık tutmuş, hususiyle bugünkü Medeniyetin de doğmasına ve gelişmesine ön ayak olmuş eğitim müesseseleridir.
Temeli “Asrı Saadet”e (Hazreti Peygamberimiz’in (asm) hayatta olduğu zamana) kadar uzanan Medrese Sistemi:
Dört halife (Hülefa-i Raşidin) devrinde (632–661); Abbasiler zamanında (750–1258); İspanya’da kurulan Endülüs Emevi Devleti’nde (756-1500); Büyük Selçuklu Devleti zamanında (970–1092): Anadolu, Suriye, Kirman Selçukluları ve Anadolu Beylikleri Döneminde (1092-1299) ve nihayet Osmanlılar zamanında (1299–l922) asırlarca büyük bir gelişme göstererek en ücra yerlere varıncaya kadar yaygınlaştırılmıştır.
Bütün bu gelişmelerin baş sebebi, eğitim ve tedrisatın Ahlâk ve Maneviyat temellerine oturtulmuş olmasıdır. Ayrıca, hiçbir baskı veya dayatmanın olmaması, aksine tam bir hürriyet havası içerisindeseyretmesidir. Aslında Medrese Sistemi’nin yapısı ve İslâm’ın Eğitim ve İlim anlayışı buna imkân vermiyordu. Günümüz Türkiye’sinde ise eğitim ve öğretimin felçli hale gelmesinde yegâne amil, bir türlü terk edilemeyen resmî ideolojinin tekelci ve baskıcı tutumudur!...
Tanzimat’dan (1839-1876) bu yana içteki ve dıştaki Din düşmanları her fırsatta Devleti Din’e, dolayısıyla Medrese Sistemi’ne karşı yönlendirmeye çalışmışlardır. Bu yüzden Devlet, asırlarca dünya çapında ilim Öncülüğü yapan medreselerden daha çok, Avrupaî sistemde yeni açılan mekteplere alâka göstermiştir. Tamamen bağımsız olan medreseler ise arka plana itilmiştir. Bu ise medreselerin gittikçe randıman kaybına yol açmıştır.
Büyük Âlim ve zamanımızın Müceddidi Said Nursî Hazretleri’nin (ra), bu husustaki tesbiti şöyle:
“Ulûm-u medarisin tedennisine ve mecrâ-yı tabiîden çevrilmesine bir sebeb-i mühim (Medrese ilimlerinin geri itilmesine ve tabiî akışından saptırılmasına mühim bir sebep) budur: Fen İlimleri asıl maksat sırasına geçtiğinden, Din İlimleri ihmal edildiği gibi, libas-ı mânâ hükmünde olan ibare-i Arabiyenin halli (Mânânın elbisesi olan Arapça ifadenin kaldırılması), ezhanı (zihinleri) zaptederek, asıl maksut olan ilim ise tebeî (ikinci planda) kalmakla beraber ibareleri bir derece mebzul (bolca) olan ve silsile-i tahsile (tahsil sırasına) resmen geçen kitaplar evkat (vakitler), efkârı (fikirleri) kendine hasredip harice çıkmasına (dışa açılmasına) meydan vermemeleridir.”¹
Bundan da anlaşılacağı gibi, Medreseleri asıl ilim yuvası yaparak, İnsanlığa ışık tutacak bir değer haline getiren “İslâmî İlimler”dir. Fen İlimleri ise, ona destek ve yardımcı olmalıdır. Çünkü insanın maddî ve manevî tekâmülü bununla mümkündür. Bu hakikati her fırsatta en orijinal bir şekilde ifade eden Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, bir asır önce Din İlimleriyle Fen İlimlerinin birlikte okutulduğu “Medreset-üzzehra” projesini ortaya koymuştur. Fakat ne yazık ki, asırların beslediği bu büyük kültürel varlık, bir kalemde silinivermiştir!..
—(Devam edecek)—
Dipnot: 1- Muhakemat, s. 56.