“Nur-u Kur’ân ile gördüm ki, ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de, fakat mü’min için asıl siması nuranîdir, güzeldir gördüm..” (1)
Ölüm ve gece, karanlık görünen iki arkadaş gibi benzer yönleri var. Biri ömrü, hayatı, canı alıyor, kabir karanlığıyla örtüyor. Öteki hayatı, hadisatı, varlıkları, siyah perde ile her gün kapatıp açıyor. Her gece karanlığı, ölüm provası yapar gibi insanları beyazlara büründürüp geçici ölüm rengini tattırıyor, hatırlatıyor.
Kabre benzeyen gecenin sessizliği olmasaydı, yorgun başını yastığa koyan insan, gözünü yumunca o günün vicdan muhasebesini yapabilir miydi?
Ölümün peçesi, kabrin karanlığı, gecenin perdesi sonradan gelecek nurlara, ışıklara, ferahlıklara geçilen tünel gibi ümitler, müjdeler ihtiva ederler. Ölümün benzeri siyah tül gibi gecenin sükûneti, ıssızlığı ve insan kalbinden ve nefesten başka bütün insanlarla, varlıklarla birlikte her şeyin nisyana büründüğü an var ya… İşte o zamanın ve nefesin sustuğu esrarlı an-ı seyyale yaşamak mânâları anlatan hatip gibi çok şeyler konuşur, anlatır, söyler…
Ahirzamanda güneş ışıklarının her şeyi ayan beyan ifşa edip gösterdiği cazibedar lehviyatlar, her türlü entrika ve yalanlarla insan şahsiyetlerinin, duygularının arızalı psikolojilerin karmakarışık melankolik davranışlardan, korkulardan, endişelerden ve daha doğrusu güvensizliklerden vefasızlıklardan uzaklaşıp gecenin asude sükûnetine ulaşmak…
Eşref-i mahlûkat olarak Rabbimizden ikram edilen nimetlerin, inamların, ikramların, lütufların, zenginliklerin şükrünü gecenin ilerleyen saatlerinde dua ve ubudiyetle eda etmenin makbuliyetini bilerek Hz. Yunus (a.s.) gibi bütün sebeplerin sükût ettiği gecenin feyziyle, bereketiyle kalen, halen, tavren yalvarmak, hamd-ü senalar etmek…
Geceyi seviyorum ve geceyi istiyorum. Zulmün, haksızlığın, ihmalin, istismarın ve insanları yutan aldatıcı dünya hırs ve tamahlarının kol gezdiği, gösterişlerin en yalın ve net haliyle sırıtıp görülen gündüzden ruhumuzu serinleten geceye kaçmak..
Yaratan Rabbimize bütün samimiyetimizle, tazimle, tefekkürlü, dua ile niyaz ile hafi zikirle yönelmek, istemek, beklemek. O’nun kelamıyla konuşmak, anlatmak, söylemek…
Bütün mahlûkat ve mevcudatın, gecenin sükûnetinde Allah’ı tesbih etmelerini düşünerek o külli zikir halkasına kalbin acizlik ve ruhun fakirliklerini vasıta ederek bir zerre gibi dâhil olup dönmek...
Geceler, ilahî tecellilere, feyizlere, faziletlere, müjdelere mazhariyetin adıdır. Gece olmadan aydınlığa çıkmaz yolumuz. Kulluğun zerreden şemse yüceldiği, damladan ummana yüceldiği kutlu zaman gece yolculuğuyla başladı.
Sevgili Resulümüz (asm) kâinata, cin ve insanlığa Rü’yet-i İlahîden temaşa parıltıları, hakikatleri, haberleri, selamları, müjdeleri gece isra’da şanlı yürüyüşle getirmişti…
Bediüzzaman’a hizmet eden talebeleri onun odasından, evinin önündeki Çınar ağacında ve Çam Dağında Katran ağacındaki mekânlarından gece vakti, biteviye arı vızıltısı gibi gelen zikir seslerinden, tazarru, dua ve niyaz yakarışlarından bahsederler. Ne mutlu o mübarek ve gecelerini ihya edip bizlere aydınlık sabahları, cennetasa baharları bırakan nurlu Üstada ve onun en yakınında ışık huzmeleriyle gönülleri aydınlanan ve aydınlatan kahramanlarına, sadık talebelerine binler selam, minnet ve dualar…
İnsan hayatında gece, kabir ve ölüm birbirini tamamlayan bütünün parçaları gibi zaman çizgisi üzerinde mukadder insan yolculuğunda Nur-u Kur’ân’ın aydınlığıyla nura, huzura, huşuya, saadete peşpeşe açılan kapılar...
Geceleri imanla, ihlâsla, tevekkül ve teslimiyetle ihya edip aşkla, şevkle, zevkle, muhabbetle, marifet sırlarına erip evc-i âlâya uçanlara, a’lâ-yı illiyyîne çıkanlara, feyizlere, faziletlere, lezzet-i ruhaniye mertebelerine erenlere selam olsun…